23 Aralık 2010 Perşembe

20 Aralık 2010 Pazartesi

Blogculuk öldü mü?

"Thrash metal öldü mü?" gibi oldu bu da ha. Zamanında böyle rak mak ortamlarında muhabbet döner dolaşır mutlaka buna gelirdi kankalar; yok thrash öldü vay metalika çok bozdu falan fıstık... Bir sürü işe yaramaz muhabbet yani anlayacağınız.

Neyse işte blogculuk da öldü bence abi; ölmese de ölecek, yakındır. Tarihsel misyonu bitti artık, kimse okumuyor yazmıyor. Bak evdekendimiz bile twitter'a geçmiş, ne bileyim feyse link vermiş....

Feyse şeyapın lan beni de. kızlar filan varmış feyste, ortam oluyomuş. Tvittırın olayını daha tam anlayamadım, onu sonra yaparız...




thrash metal ölmedi yaşıyor, uygarlık yarışında bayrağı o taşıyor

15 Aralık 2010 Çarşamba

Çok afedersiniz, yarrak gibiyim!

Nerden başlasam bilemiyorum.... O yüzden başlamıyorum.

2 Aralık 2010 Perşembe

"Yetti Gari İbraham"ı Cumhur'la Konuştuk!!!

"Hadigari Cumhur" filmi belki gelen sinema izleyicisini tatmin etmedi ama kendine has izleyici kitlesini kendisine hayran bıraktı. (Hayran bırakmak.) Nasıl bir cümle arkadaş bu.

Ben de boş durur muyum, işi gücü bıraktım hemen koştum gittim filmin yönetmeni ve Cumhur'u Harun Özakıncı'ya. Dedim abi bi' film yetmez bize. "Tamam" dedi "AOE, Beni siz var ettiniz zaten." Bir ara "evlisin sen falan filan" diyecek gibi olduysa da ikinci filmin müjdesini vermeden edemedi.

İsmi "Yetti Gari İbraham" ya da "Yürü Gari İbraham" olacak filmini önümüzdeki Şubat ayı itibari ile izleyebilecekmişiz. Bu da benden size kıyak olsun hadi.

"..."

Bu arada İbraam da başrollerdeymiş bu sefer, haberiniz olsun. İbraam'ı Kalinka(kalin kakalin) dansı yaparken göreceğinizin de müjdesini de vereyim de tam olsun.



23 Kasım 2010 Salı

Komik video büyüsü

Sayın Evde kendimiz ahalisi, saygıdeğer milletvekilleri, muteber bakanımız ve cefakâr Kamboçya halkı...

Bilen bilir (AOE falan), ben IPTV ve OTT üzerine çalışan bir insan evladıyım. Konumuzun özü bu olmadığı için kısaca açıklayayım. İnternet üzerinden TV izletebilen kutuları üretiyoruz biz. Bugün de Ada Basını'ndan önemli konuklara şirketcene neler yaptığımız hakkında kapsamlı bir bilgi veren bir demo gerçekleştirdik. Yani adamlara "Bakın, bunların hepsini biz yapıyoruz. Teknolojinin anasını sattık... O bozulma bizden kaynaklanmıyor, internet şey olduğu için tabi..." gibi şeyer anlatıp gösteriyoruz.

Youtube veya muadili sitelerin komik video ile insanı saatlarce esir etmesini hepimiz biliriz. bir komik videodan diğerine "Bu dolarken diğr bir komik videoyu izleyelim" diye seker dururuz. "ÇOK KOMİK!", "İZLEMEYENİN ÇÜKÜ DÜŞSÜN" gibi video başlıklarına tıklaya tıklaya saatlerimizi veririz. Tabii bunlar internetle daha çok haşır neşir (haşır neşir ne lan!) olan genç neslin tecrübe ettiği şeyler.

Bizim kutularımızdan bir tanesinde geliştirilen bir uygulama da Youtube'u TV ekranına getiriyor. Bugün de İngiliz basınından gelen 7-8 kelli felli amcaya uygulamamızı gösterdik. Gördüm ki yukarıda anlattığım şeyler sadece gençlerin başına gelmiyormuş.
-S.ktiredin bu grafiği. Şu video dolsun, ona bakalım.
Adam merdivenden düşüyo ama görmeniz lazım


Dünyanın en iyi patronu olan direktörüm demoyu gösterirken sıra geldi Youtube uygulamasına. Bir tane binek otomobilde at taşıma videosu gösterdi. Video da İngilizce olduğu için Ada Basını baya bir güldü falan. Bundan cesaret alan benim direktör de ardı ardına verdi komiği anglosaksonlara. "Watch this! This is really funny" (çeviri: bak bak bak, bu çok komik, altıma sıçtım gülmekten), deyip açıyor yeni videoyu. "The guy will miss the goal" (çeviri: kazmaya bak kazmaya, boş kaleye nasıl kaçıracak seyredin) diyor, ortamı kahkahaya boğuyor. Bildiğin bekar evine döndü koskoca lansman. Hayvani kahkaha atan ciddi İngiliz mi ararsın, içtiği kahveyi püskürten teknoloji analizcisi mi ararsın, ne ararsan var. En son bir tanesi İngilizce "La dur! Kola genzime kaçtı gülmekten"(orijinali: Dude stop! Cola escaped to my genz) diyordu ki, ortamı terkettim.

Önümüzdeki haftalarda Ada Basını'nı iyi takip edin. "Türkiye'ye gittik, gül gül öldük" diye yazan bir teknoloji yazarı görürseniz bilin ki bize gelenlerden biridir.

12 Kasım 2010 Cuma

Bizi Yıldıramazlar!

Sevgili evdekendimizciler; biliyorsunuz geçtiğimiz günlerde bazı tatsız gelişmeler yaşadık. Her şey depik'in "Bilime sığ bakış: Felsefe" başlıklı makalesini buradan yayınlamasıyla başladı. Hepinizin bildiği gibi blog yazarlarımızdan sayın prof. dr. depik; bilim ve felsefe konusunda dünyaca tanınmış; makaleleri ve kitapları onlarca dile çevrilmiş bir akademisyendir. Hatta son zamanlarda bunların ingilizceye de çevrilmesi konusunda da çalışmaları var. Neyse; prof. depik'in felsefenin iç yüzüne ışık tuttuğu bu makalesinden sonra olanlar oldu; tehdit telefonları mı almadık, imzasız mektuplar mı gelmedi! "O yazıyı kaldırın, yoksa olacaklara karışmayız" dediler; daha bir sürü hakaretler, ağza alınmayacak küfürler filan. Hatta bizzat Immanuel Kant aradı, sesini ismail türüt'e benzeterek "depik akilli olsun! plan yapmayın plan" dedi; ben "abi sen misin? dayımgilin çok selamı var" deyince de kapadı. Sonrasında da biliyorsunuz hoş olmayan bir takım yorumlar, hakaretler sitemizde yayınlandı.

Ama bunlar ne ilk, ne de son. Daha geçen ay, kendi blogumda sanat üzerine yazdığım bir eleştiri sonrası Kim ki Duk hayranları sakarya caddesinde yolumu kestiler. Sanatçı dedik entel dedik, bunlar naif olur şiddete meyletmez dedik ama ağzımı burnumu kırdı adamlar. Ellerinde 5x10 kalaslar vardı ya; belime belime verdiler odunu. Sitelerden pikaba atlayıp gelmişler; nerden bileyim ben bizim Siteler esnafının Kim ki Duk hayranı olduğunu? Esnaf dediğin rocky rambo izler ya bu nedir?

Sevgili dostlarım; doğruları konuşmaktan, gerçekleri gün ışığına çıkarmaktan hiç bir zaman vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz. Ama tabi gerçeklerin ortaya çıkmasını istemeyen bazı karanlık güçler, kaynağı dışarıda bazı güç odakları halkın aydınlanmasını istemedikleri için bizi de önlerinde bir engel olarak görüyor. Ama yılmayacağız, bu site yalanların dolanların, kahpeliklerin üzerine köy yollarında vitesi beşe takmış bir reno toros gibi gidecek bundan emin olabilirsiniz.

Aha işte aynen böyle gidecez zalımların üzerine

8 Kasım 2010 Pazartesi

Çaya süt katılır mı?

Katıyorlar efendim. İngiliz milleti bunu yapıyor. Bunun gibi birçok saçmalık yapılıyor dünyada. Çaya süt katmalar, tekila şişesinde kurtçuk beslemeler falan filan... Şimdi bana "Aman efendim. Sizin ağız tadınız öyle, onlarınki böyle..." falan demeyin. Kalbinizi kırarım. Bu işler bu kadar da göreceli değil. Olacak şey var, olmayacak şey var. Ben bunların hepsinn nereden çıktığını buldum geçen gün. Anlatıyorum...
(Piiiiii... bu içilir mi lan?)

Artislik gibi olmasın, bir ay kadar önce Kiev'e gittim geldim. Öyle hemen "Ooooo kieeeev... Ahaleeeooyyy ukranyaaa... Amaneeeeyyy rus gızlar..." falan demeyin. Bir kere onlar Rus değil, Ukraynalı. Hatta Ukranyalı! Bir halt da yiyemedim orda, ağzınız sulanmasın. Zaten gittiğimiz ertesi günü döndüm. İşte o dönüş esnasında ben "Ulan uçakta bayan yanı diye bi uygulama da yok. İnşallah yanıma süt ablalardan biri düşer" diye düşünürken yanıma Nijeryalı zenci bir abi denk geldi. Irkçılık hassasiyeti olanlara sesleneyim. Mesele zenciliği değil, Ukraynalı bir sürü hatun varken bana onun denk gelmesi.

Neyse efendim, Kiev'den İstanbul istikametine yolculuk eden Türk Hava Yolları'nın TK0760 sefer sayılı uçağı yükseldi, yemek servisi başladı. Tavuklu sandviç, patlıcan kızartma falan var. Bir de mus diye bir tatlı varmış, koyu köpük gibi bir şey. Yanında da eti form ve krem peynir-tereyağı üçlüsü. Ana yemek yerine geçen şeyi yedim ben. Yanımdaki koyu tenli de yedi. Ben yan ürünlere geçiyordum ki, baktım bu siyahi arkadaş öylece bakıyor geri kalanlara. Ne yapacağını bilemez bir hali var. Ben de Eti Form bisküüsünü aldım musa bandırıp falan yiyorum. Afrika yerlisi benden görünce başladı aynısını yapmaya. "Ulan bunun yenme şekli de bu herhal?" diye düşünüp aynı benim gibi yiyor tatlısını.
(Pilava çay dökün, çok güzel oluyor)

Bu olaydan 3-4 hafta sonra, yani geçtiğimiz haftanın başında da Dubai'ye gittim. Artislik demeyin, önce kalbinizi, sonra ensenizi kırarım. Fuar için gidiyorum, daha doğrusu gönderiyorlar. yine uçak havalandı falan. Yemek servisi geldi. Ana yemek yerine geçen şeyler yendikten sonra bu sefer yanımdaki iri yarı Rus abi bakıyor geri kalanlara. Evet, asla güzel, hatta nefes alsın yeter bir kız benim yanıma denk gelmez. Bu abi bakarken benim aklıma Nijeryalı geldi."Ulan" dedim kendi kendime, "Dur şuna bir ipnelik yapayım, bakalım yiyecek mi? Zaten ilik gibi hatunları üzüyor bu Rus erkekler.". Baktım çay içiyor, ben de çay söyledim. Sonra yemeğin yanında gelen zeytinyağını boşalttım çayın içine. İpnelik yapcaz diye düştüğümüz hale bak anasını satayım. "Allah'ın Rusu ne bilsiz zeytinyağını, yutar heralde" diye geçiyor kafamdan. Sonra o yağlı çaydan bir iki yudum aldım. Fakat bunu yaparken kendimden o kadar emin görünüyorum ki, zannedersin ki Hattori Hanzo kılıç için çelik döküyor kalıba. Ben bile inanacağım nerdeyse. Evet sayın Evde kendimizciler. Sarıbıyık aynen benim yaptığım gibi döktü zeytinin yağını çaya. Sonra ikimiz de "Öeeehhh. Bu ne lan?" diye diye bitirdik çaylarımızı. Dubai'den dönerken de yanımdaki İskandinav picine tavuk ızgaraya krem peynir sürdürüp yedirdim.

Şimdi ne olacak? Yarın bir gün belki de bu adamlar benden gördükleri saçmalıkları başkasının yanında yapıp ona öğretecek. Bir ortamda ilik gibi Rus ablalara artislik yapmak için "Türkler çayı böyle içiyor" falan diye yayacak olayı. Bunlar kolay süreçler değil, evrim gibi bir şey. Biz görmeyiz ama belki torunlarımız falan uçakta denk gelebilir böyle şeylere. O bakımdan tembihleyip evlatlarınıza. "Oğlum" deyin, "Yarım bir gün yanındaki adam çaya zeytinyağı katarsa sen yapma. O hep ipne depik'in uydurması" diye uyarın. İpnenin mecazi olarak "Muzip, sempatik ve müşfik" anlamına geldiğini de ekleyin.

Konunun başına dönersek. Bundan uzun yıllar önce dingil İngilizin biri gitmiş benim yaptığım şeyi yapmış. Sonra bunu gören adam yaymış bunu. İngilizler bile inanmış sonradan sonraya. "Tabii... Biz çaya süt katarız demişler."

Meksikada tekila şişesinin içine kurt düşmüş misal. Bunu gören adam "Lan! Şişede kurt var!" demiş. Bunu gören Nasrettindo Mendez durur mu? Yapıştırmış cevabı, "Olum onu bilerek attım. Daha güzel oluyor" falan diye.

İşte bunlar gibi birçok saçmalık böye böyle yerleşmiş hayatımıza. Yemeyelim efendim bu numaraları. Biz yine ucuz atlatmışız. Çinde böcek falan yiyor adamlar böyle ipnelikler yüzünden. Dikkat edin...

22 Ekim 2010 Cuma

Neler oluyor bize?

Yazı yazamamamızdan mütevellit, aldım tüm ekibi doktora götürdüm sayın Evde kendimizciler. Para bok olduğu için tam teşekküllü en özel hastanelerden birine gittik. Dedim "Bizi komple bir inceler misiniz?". Şöyle beynimize falan bir baksınlar istedik. Özel hastane olduğu için çok ilgililer sağolsunlar, ayaklarımızda mantar var mı diye bile baktılar. "Ne alakası var?" diyemedim. Adamlar doktor sonuçta.

Girdik beyin kliniğine. Hemografi, tomografi, emar falan ne varsa yaptırdık. Neden yazamıyorduk öğrenmem lazımdı zira. Sonunda sonuçlar geldi. Doktor beni çağırdı yanına. Ekibin en ağırbaşlısı olduğum için açıklamayı bana yapmayı uygun buldu normal olarak. Şimdi misal marvadam'a yapsa o ciddiye almaz, delimezar'a yapsa, adam zaten yaşlı, kaldıramaz, kalpten gider.
(delimezar çoraplarıyla hastanede de gözleri üzerinde çekti)

"Koray bey durumlar ciddi..." diye girdi lafa. Koskoca doktora kendimizi depik diye tanıtacak halimiz yok. ismimizi söyledik işte...

- Öncelikle sizden başlayayım.
+ Buyrun doktor bey
- Koray bey, beyninizin yazı yazmaya yarayan bölümü, yani sol lobun ön floner kortekse yakın kısmı zarar görmüş. O yüzden yazı yazamıyorsunuz.
+ Doğrudur da, kasınca çıkıyor bişeyler ama o da çok güzel olmuyor.
- Şimdi ona geliyorum. Beynin espri yapan kısmı, yani sağ lobun şurda görülen bölgesi de çok ciddi zarar görmüş.
+ Doktor sen böyle lob mob diyon ya, ne lobu bu, göt lobu mu? Eehu ehueheuehu ehue
- Al işte. Hakkaten büyük zarar görmüş
+ İyi de doktor, ne kafaya bir şey çarptı, ne yere düştüm, halı sahada kafaya bile çıkmıyorum. nasıl olur bu?
- Bilemiyorum. Belki küçükken inşaata falan götürdülerse...
+ Ne diyon doktor sen?
- Yani insan kötü olur. O bakımdan...

Yıkılmıştım. Fakat arkadaşlarımı merak ettim.

+ Peki doktor, AOE'nn nesi varmış.
- Onunki psikolojikmiş, psikologdan öğreneceksiniz.
+ Ya delimezar?
- Onun durumu çok ilginç...
+ Nasıl yani?
- Hani beynin yazı yazan bölümünden bahsettim ya...
+ Evet?
- O delimezar'da hiç yokmuş!
+ Nasıl ya? Şimdiye kadar nasıl yazıyormuş?
- Biz de merak ettik. Denemek için beynini gözlemlerken bir yazı yazdırdık. O yazı yazarken beynin sindirim sistemi ile ilgilenen bölümünün çalıştığını gördük. Özellikle sindirim sisteminin son kısımlarıyla ilgilenen bölümde hummalı bir çalışma oluyordu.
+ Yapma be...
- Vallaha!
+ Ya marvadam? Onun nesi var? Yaşayacak mı?
- Valla onda bir şey bulamadık. Numara yapıyo şey...
+ Rahat ol doktor
- Numara yapıyo ipne! İstese hayvan gibi yazar.
+ Anlamıştım zaten.
- Peki onkaplan?
+ O kim? Öyle birini getirmediniz.
- Ha pardon. O Ankara'daydı...

AOE'nin durumu öğtrenmek için psikoloğun odasına girdim.

+ Merhaba hocam. Bizim AOE'nin durumunu soracaktım.
- Hastanın nesi oluyosunuz?
+ Gerçek hayatta da var mı bu soru ya? Hastanın kaynıyım ben. Görümcem olur kendisi.
- Tamam. AOE entelmiş. Tek sorun bu. Koskoca psikolojinin bulduğu sonuç bu işte, şaşırmayın.
+ Hımmm... Ne yapabiliriz.
- Ne bileyim... Bi Ömer Danış konserine falan götürün, bişeyi kalmaz.
+ Ömer Danış artık konser vermiyor doktor. Küstürdüler adamı.
- İbo falan da olur ya farketmez.
+ Tamam doktor, teşekkürler...

Bir fatura geldi. Kol gibiydi...

9 Ekim 2010 Cumartesi

Kreatif Reklamcılık Olayı 577

Devran Döner


"Et dönerse sorun yok. Ama tavuk dönerse pek fena."

1 Ekim 2010 Cuma

Ortamların aranan adamı Mc_HaLuK_24m_avc

Haluk var bizim mahalleden arkadaş. Anlatır kendisi ama çok anlatır. Öyle internetle de fazla alakası yok. Keyifli adamdır vesselam. Yaşanmışlıklarını biriktirir ve anlatır. Dedim ben de bu adamın anlattıklarını ha buradan milyonlara duyurayım.

.........Gene böyle bir gün... Rock fm de dj lik zamanlarım. Söylediğim grup ve şarkı isimlerini ağzımı ne kadar yuvarlak yaparak söylersem o kadar maaş alıyorum. Para bok yani. Tam EALTEAR BUIRİDCC ‘ den VOÖARDS DARKEAR DEAN DHEAAĞĞİİRR VOİYNGHS (alter bridge - words darker than their wings ) çaldım abi böyle arkamı dönüyorum lap diye bi hatun girdi içeri. SEAN KEAMSSSİEAAN (sen kimsin) dedim. Tabi o zamanlar böyle yuvarlak cümlelerimi, başkalarının anlamadıklarını düşündüğümde parantez içinde açıklardım. Tabi bu bi afalladı. "Lan" dedi "nooluyo" dedi. Tabi bunları içinden diyor. Ben hissediyorum

"Ben" dedi "boşları" dedi "alıcaktım, çay ocağından geliyorum" dedi. Şimdi bu, cümlenin son kısmını diğerlerine göre nispeten biraz daha uzatınca ben koptum tabi. "Nerden?" dedim. "çay ocağından" diye yineledi. Bak bak "hatun" deyince hemen bi toparlanmıştı İsmet Abi." çay ocağı"nı duyunca bi gevşedi. meheheh

Hamdi abi...alllooooov. Uyuma ya karşımda!! bi bok anlatıyoz di mi? Lan rüstem sen de kapa şu müziği az muhabbet edelim.

Neyse hah.Ne diyodum. "Al" dedim "al da git daha da gelme, ben getiririm boşlarımı" dedim. Bir de baktım ki bu tarafa şarkı bitmiş. Anonsa geçmişim.

"EVEAAT SEAAYIN DEÜNLECİĞİLEEAARRR ŞEAÜMDİE DEAA SELİM DÜŞEYAZDI DAN ORAYA GELİRSEM O BAGETLERİ GÖTÜNE SOKARIM İSİMLİ ŞARKIYI DİNLİYORUZ..." dememle play e basmam bir oldu...

intro çalarken radyo müdürü odaya girdi ve bir zarf bıraktı. abicim ben tam zarfa uzanıcam baktım bizim hatun kaptı zarfı gidiyo. allaaaaaah. macareya bak ya... olaya bak ismail abi ya. bi de görücen böyle bu koşuyo ben koşuyom.radyonun içindeyiz ha.koca bina böyle....jane fonda selim düşeyazdı bas bas bağırıyor. "O BAGETLERİ dırdırıdıırın GÖTÜNE dırıdırıdıdırıdb SOKARIM dırıdınıdırıd falan diye. bu arada nası ama espri. jane fonda/arka fonda... klas adamım tabi olm. rüstem iki çay getir ismail abinle bana. hamdi abin de babayı alsın...paso uyudu

öyle abi ya hayat çok enteresan..bu lavuk kim ya tepemde dikliyor bir saattir.


eveeeeet. evde kendimiz okuyucuları. işte bu da benim Haluk kardeşimle tanıştığım andır.


30 Eylül 2010 Perşembe

Enerjik emekli

- Mustafa aradı az önce?
+ Ne diyo?
- Hiiç. Annesini özlemiş aramış işte.
+ Babasını özlememiş mi eşşek sıpası?
- Özlemiş özlemiş... Selam söyledi
+ Raf yapayım! Evet evet! Raf yapayım ben!
_______________________________________
Beyin okuyucu sayesinde bir gün boyunca aklından geçenleri tespit ettik:
"Hımmm... koltuk! Oturayım. Dur dur, oturmayayım... ya da oturayım boşver... Çok oturdum, kalkıp biraz da şurda oturayım... Hımmm.. Şu duvara raf mı yapsam ki?

Biraz televizyon seyredeyim... Hehehehehe, ne adam ya! Aslında bu televizyona burdan güneş vuruyo, şuraya alayım."

"Köy hizmetleri müdürlüğünden yazı gelecekti. Geldi mi acaba? Anaaaa ne yazısı lan! Emekli oldum ya ben. Dolap yapayım! Alet edevat koyarız içine. Ama önce geçen hafta yaptığım dolabı parçalayayım. Onun tahtalarını kullanayım."
_______________________________________

- Hanım bu koltuğu şuraya mı çeksek ki?
+ Ay yeter! Geçen hafta ordaydı ya! Camın önünde diye buraya çektin.
- Öyleydi dimi? Hımmmm... O zaman ben gidip bacanağa yardım edeyim.
-Bacanak bu ne?
+ 6 nokta emniyetli kapı kilidi
- Nereye takca bunu?
+ Kümese!


- Bacanak naber?
+ İyidir bacanak. Sende ne var ne yok?
- Noolsun. Naapıyon orda?
+ Geçen hafta bahçeye dolap yaptıydım. Bi tane daha yapacam işte. Şunu tutsana...
- Heh! Ordan çakma, kapak açılmaz.
+ Şurdan iyi mi?
- İyi iyi...O zaman bunu bitirince iki dolabı koyacak bi dolap yapalım!
+ İyi düşündün... Sonra da boyarız!
- Boyayalım...
_______________________________________

-Bacanak motordan anlıyon mu sen?
+ Biraz anlarım, nooldu?
- Ya benim arabanın motorundan jetski yaptım ama binecek yer yok. Irmakta gider mi ki bu?
+ Bacanak...
- Efendim?
+ Biz bi iş bulalım
- Bulalım bulalım...

24 Eylül 2010 Cuma

Bir annenin gözünden

Havayı kaçırmamak adına konuşma diliyle yazılmıştır. Ha bir de alkollüyken yazılmış, fikir güzel gelmiştir. Kendimden nefret etmemek için sonradan okumadım bile.

Ne anlatım oğul? Bizim çocuk biraz deli dolu. Hiferaktik mi ne diyolar, öyle işte. Ben buna hamileyken bol bol tatlı yediydim, ondan galiba biraz hareketli. Hem gazetecilik yapıyo hem dünyayı gurtarıyo benim oğlum. Ayyy maşşallah, Allah nazardan saklasın. Ben bunu emzirirken de bol bol ıspanak yediydim. Şimdi kurşun bile işlemiyo üstüne.

E tabi zor bi yandan da. Şimdi bu çok uçuyo ya, gorkuyom ben oğul. İçine içlik giy diyom, dinlemiyo. Yukarlar soğuk olur bari alçaktan uç diyom, "Anacım aşağıda uçaklar falan gidiyo, benim yukardan uçmam lazım" diyo. Allah'tan o mavi taytı giydirdim. Buna kalsa bi mayo bi pelerin çıkacak dışarı. "Oğul böyle olmaz, konu komşu ne der? Soytarı diye dalga geçerler" diye zar zor ikna ettim ona da.Benim emekli maaşım var rahmetli eşimden gelen. Bir tek onla idare ediyom ama çok zor oğul. Süper'den bir şey gelmiyor ki eve. Parayı sürekli takım elbiseye veriyo. "Oğlum" diyorum, "bi uçuş gel eve, burda çıkar elbiseni". Neymiş efendim? Uçak düşüyomuş, ona yetişiyomuş. Telefon kulübelerinde kaldı tüm takım elbiseler. Bazen hayır hasenat sahibi birisi çıkıp getiriyor ama onu da tamir etmesi var. Gömleklerin düğmeleri hep kopmuş, bazı yerlerinden yırtılmış. E naapalım, o kadar kahrını da çekiyoruz oğlumuzun.

Bana pek anlatmaz ama bi konuştuğu var, ben biliyom. Adı da Lois. Lane'gillerden Jonathan'ın kızı. Okumuş falan ama çok zilli bir kız. Oğlumu parmağında oynatıyo. Böyle söyleyince de ben kötü oluyom. Geçenlerde almış bunu kutuplara bi yere götürmüş. Süper'in süperliğini aldıracaklarmış. Zor yetiştim dostlar. Süper'in bünyesi zayıftır. Süperliği olmasa gencecik yaşta ölür gider. Çay kahve bilmez, yemek yapamaz. Hep dışarda yiyolar emeği biliyom ben. Oğluma bi tas çorba mı kaynatmış haspam!

Ama Süper çok yardım eder bana. Çok hayırlıdır evladım. Işınla çay kaynatır, yemekleri pişirir. Etleri falan hep üfler, dondurur. Tozları falan hep üfleyip evden dışarı savurur. Temizliğine dikkat eder benim oğlum. Bakkala falan hep bi uçuş gider gelir, hiç üşenmez. Bir de mürvetini görsem, bi torunlarımı sevsem daha da bişey istemem...

23 Eylül 2010 Perşembe

evde kendimiz büyük ustayı yerinde ziyaret etti

Selim Tekbilek... Büyük insan. Anlatmak için gerekli kelimeler hala var olamadılar. Bu yüzden onu sizlere bir türlü anlatamayacağım. Ama anlatmak da istiyorum. Sonuç? Ne yapacağımı bilemedim ve koştum yanına vardım. Onu size ben değil kendisi anlatsın...

E.K) sssssselamınaleyküm.
S.T)aleykümselaaaaaaam....gel lan gel içerde çıkar ayakkabıları
E.K)eyvallah. abi şunları dolaba koyda ısınmasınlar. bu arada süzme yoğu..dajghdıagsdıuavsdhvashdvajdvsavshdhavsjdhavs

ileri sarayım azcık. buralar geyik...hah dur!

E.K) abi kesin bobo'yu oynatmalıasdıuagsfıuaıos

yok biraz daha

S.T) Abi işte sonra bu Amerika projesi başladı işte.
E.K) onu sorucam işte nası başladı anlatsana
S.T.) Ya işte eski çalıştığım yerde aslında fena bunalmıştım.
E.K) merter'de
S.T)he... neyse işte artık canıma tak etti. Biliyorsun önce çalışma arkadaşlarımla aram açıldı. sonra serbestliğim kısıtlandı.artık eskisi kadar özgür olamıyordum ve bu da işime kendimi vermemi engelliyordu. yakın bir arkadaşım aradı tam o sırada. dedi işte konnektikıtta tam senlik bi iş var
E.K.)Kim o tanıyor muyuz?
S.T.)İhsan abi ya mahalleden. Büyük fabrika. Gene aynı takım aynı tezgah. ama proje büyük. fabrika merkezi yerde. servisi var. sigorta falan herşey tamam.
E.K)ohh süpermiş. Amerika projesi böyle başladı yani
S.T.)aynen ya allah razı olsun ihsan abiden. yani kardeşim insanın sevdiği işi yapması gibi güzel bir duygu yok. 20 senelik portif şoförüyüm daha ilk defa bu iş yerinde canıma tak etti. ya paletin altına giriyorum şef çıkıyor yok öyle olmaz böyle olmaz. sağa dönüyorum yok sola dönüyorum gene.sıkıldım artık. sanki benden iyi bilecek...şimdi yeni bir soluk yeni bir başlangıç. süper olacak
E.K)Amerika projesi tabi boru değil.
S.T)portif sanattır yavru ceylanım. insanın özgür olması lazım direksiyonun başında
E.K)haklısın abi.hmmm haklısın gerçekten. süpermiş.. oh oh gülüşmeler gülüşmeler bzzztt bzzztt

neyse burda kesiliyor işte. depik'in ayşe arman'dan çalıp getirdiği bozuk kaset çalarla büyük ustayı size ancak bu kadar tanıtabildik...

neyse başka bir röportajda görüşmek üzere esenler otogart

Kaynar sular...

İşte onlar başıma indi sayın blogcular...

AOE: depik gelsene akşam. marvadam da var.
depik: tamam...

Böyle başladı her şey. Gereksiz açıklama olarak delimezar'la AOE'nin aynı evde ikamet ettiği bilgisini vereyim. İşten çıkıp gittim Üsküdar'ın nezih semti Salacak'a. Kız Kulesi direği manzaralı evlerine vardım. Tam apartıman zilini çalacakken birisi çıktı dışarı, zili çalmadan girdim apartımana. Ev kapısı da açıktı. "Heralde geldiğimi gördüler camdan, kapıyı açtılar" diye düşünüp girdim içeri. Girmez olaydım a dostlar...
(Temsili resim. En uzaktaki benim Onu çıkarıp oraya AOE'yi koyun)

delimezar: ... sorma ya. adam blog diye ölecek.
AOE: hahahaha. İşi gücü yok yazı yazıyo lan adam
marvadam: hehehehehehehe
delimezar: olum bi de bize diyo ya yazı yazın diye
AOE: hahahahahaha
marvadam: hehehehehehehe
AOE: bi de komik yazdığını sanıyo ya, asıl o zaman komik oluyo
marvadam: hehehehehehehe. buzu versene... hehehehehehehe... olum bu ne ya... evil dead mi izliycez?
AOE: ahuahauhauhaua
delimezar: ihihiihhihihihihi
marvadam: hehehehehehehe
delimezar: eurosport HD açın lan. capsssliii...

Meğersem kapı açık kalmış. Meğersem geldiğimden haberleri yokmuş. Aşağıya inip apartman ziline bastım. Sonra içtik falan. Gece boyunca sordular "Nooldu lan? Neyin var?" diye. "Kız bıraktı beni abi." diye verdim kederi. Hiçbiri de sormadı ki "Hangi kız lan?" diye.

21 Eylül 2010 Salı

depik'e açık mektup

"Lan ne yazmış depik, şunun ağzının payını vereyim" derken bir baktım ki yorum yorum olmaktan çıktı. Zaten kısıtlı yazı yazıyorum bari boşa gitmesin diye başlık açayım dedim.
Şöyle başlamıştı aslında;
"kopmayın gençler. o atmosferde sıcağın da etkisiyle belki soner karasarıbayı biraz hoş geldi kulağa ama tabi ki köpeği olmadık depik. DEPİK, UYAN ARTIK O TATLI RÜYADAN :)"

ve sonra ekledim;

"kış geldi artık. bundan sonra varsa yoksa inkübüstür, radioheaddir, chet beykırdır.
bu arada senin de "ver almanı ver almanı" yakarışlarını unutmayalım.(yanlış anlaşılmasın, rammmstein)
adamın hası

Ayrıca o cd'ye bir tane bile serdar ortaç ya da demet akalın koymayan zihniyeti kınıyorum.
Gelecek yaz yandınız, vericem serdar'ı vericem demet'i. en kral serdar'cı olacaksınız hepiniz.

Soner fena halde frankenstein'a benziyor. benden söylemesi.

Rakçıdan metalcidan popçu yaratmak

Efendim takip edenlerin bildiği gibi müzik zevkimdeki kalite yerlerde sürünmektedir. Radyolardan ve televizyonlardan ne dayatılıyorsa dinlemekte, sözmüş müzikmiş dikkat etmeden elleri hava kaldıran bir insanımdır. Serdar Ortaç bir Beethoven, Soner Sarıkabadayı yüreklere dokunan dizeleriyle bir Van Gogh'tur benim için. Şu dünyada iki tür müzik vardır: hareketli şarkılar-slow şarkılar.

Yıllardır insanlara önerdiği şarkı Cankan-Yaranamadım olan benim marvadam ve delimezar isimli arkadaşlarım ise nasıl olmuşsa, böyle değişik türleri yalayıp yutmuşlar. Inkübüsüdür, metlikasıdır, bonjovisidir, köpeği olmuşlar. Tabi bünye kaliteli diyebileceğimiz müzikle içli dışlı olunca kalitesizine katlanamıyor haliyle. Allah razı olsun, AOE de durumu dengelemek adına benim yanımda yer alıp türlü türlü müzik tartışmalarında sevmediği şeyleri savunur.
Konuya gelirsek... Şimdi biz geçen haftalarda bir güneye kaçtık ya (hey yavrum hey, cümleye bak), işte arabayla yapacağımız o yolculukta AOE'nin önerisiyle herkese 2 saat verelim dedik. Herkes hazırlasın CD'sini, 2 saat boyunca o çalsın, kimse karışmasın. Herkes mal gibi kabul etti. İşte intikam vakti! Gerçi benim CD yapmaya fırsatım olmadı ama AOE çok şahane bir CD yapmış.

Kısa kesiyorum artık. Zira okumuyorsunuz gibi geliyor. İşiniz gücünüz yorumlarda geyik çevirmek. Sonra "neden yazmıyorsunuz?". Yazıyoruz, yorumlarda yazıdan bahseden yok. O ona laf atar, beriki cevap verir. Bundan sonra yazılardan sınav yapacağım. Her yerden soru çıkabilir. Neyse...
Ne diyordum? Heh, işte böyle bir CD'yi 5 gün boyunca her arabaya binildiğinde tatbik ettiğiniz taktirde, ki bu yaklaşık 40 saate tekabül eder, rakçıyı metalciyi Soner Sarıkabadayı'nın köpeği yapabilirsiniz. Sonra bu alternatif müzik tutkunları plajda "Aramadığım yer kalmıyor seni sabahtan yatana kadaaaaaaar" diye sayıklar durur. "Çelik aç Çelik! Yaman Sevda dinleyelim!" diye yalvarır. O da ne güzel şarkıymış be, amma özlemişiz, dinlemeye doyamadık. Mustafa Sandal'a burun kıvıran o entel, nağmeli popun yeni prensi Tan'la beraber "Yanıyoruuum oysa aşk bi yudum suu!" diye gırtlağı titretir . Tabi burda benim "Bak bak! Nağmeye bak!"larım da çok etkili olmuştur.

Yetti gari zulmunüz! İntikamımı aldım. "Sevince-E-E".

19 Eylül 2010 Pazar

Facebook'a da girdik beraber Twitter'da da yazıştık

"Bu" dedik, "böyle olmayacak!". Sesimizi daha geniş kitlelere ulaştırmamız, izleklerimizle olsun, diğer blogcularla olsun daha etkileşimli olmamız lazımdı. O sebeptendir ki atılım üzerine atılım yaptık. "Ne atılımı depik? Şube mi açtınız? Ar-ge'ye mi yatırım yaptınız?" derseniz haklısınız. Facebook'ta grup kurduk, Twitter'da hesap açtık işte.

Twitter'da burdan , Facebook'da burdan ulaşabilirsiniz.

Ayrıyeten Facebook'a karşı duruşumu ben de ufak bir nebze de olsa bozdum. Depik De Souza olarak ben de Evde kendimiz grubundayım. Grup çok güzel, siz de gelsenize. En başta soğuk gibi ama sonra alışıyorsun...

18 Eylül 2010 Cumartesi

Her şeyi bırakıp gitmek

Şirin bir Ege kasabasında yaşıyordu Orhan Abi. Huzur dolu meyhanesinde tanıştık onunla. Küçük bir dükkandı ama müşterisi hiç eksik olmazdı. Kızı erkeği, bekarı ailesi meyhanesine gelir, muhabbetini ederdi.

Orhan Abi evli ve 2 çocuk babasıydı. Eşi Ayten Abla da en az Orhan Abi kadar canayakın, muhabbeti seven bir insandı. Çocukları ilkokul 2. ve 4. sınıfa gidiyorlardı. Allah için, çok terbiyeli çocuklardı.
Sabah güneş doğmadan ufak teknesiyle balığa çıkar, sadece müşterilerine ve ailesine o gün yetecek kadar balık tutar, geri dönerdi. İki katlı, geniş bir bahçenin içindeki evinde yaşarlardı. Ayten Abla bahçede mevsime uygun hangi sebze varsa bolca yetiştirirdi. O yüzden güzeldi Orhan Abinin meyhanesindeki balık, salata ve mezeler.

Bir gün geç saatte tüm müşteriler gittikten sonra yanıma oturdu Orhan Abi. "Hayırdır abi? Dertli görünüyosun?" diye sordum. En başta anlatmak istemedi ama biraz ısrar eder gibi olunca açıldı. "Sorma Koraycım" dedi, "Çok sıkıldım artık. Bu şirin Ege kasabası üstüme üstüme geliyor. İnsanlar hep ikiyüzlü, herkesin yüzünde maske var. Her şeyi bırakıp bir büyük şehre gitmek istiyorum. Maaşlı bir işe girerim. Hanım da çalışır, kiralık bir eve gireriz. Çocuklar da büyükşehirde daha iyi büyür. Büyük marketlerden alışverişimizi yapar, iki oda bir salon daracık evimizde yaşar gideriz." dedi. "Doğru diyosun abi" dedim ben de...

(Evet adım Koray. Bıktım maskelerin ardına saklanmaktan)

9 Eylül 2010 Perşembe

astral fethiye seyehati yat turu capsli

Flat izland

astral fethiye seyehati


BIR SENENIN YORGUNLUGU BOYLE ATILIYOR

2 Eylül 2010 Perşembe

Askerlik Anısı Anlatan Adam

Misal bir zombi, zombi olmadan evvel huzur içinde yatan bir ölüdür de o meşum lanet başına geldiğinde, yani zombilik virüsünü kaptığında mezarından çıkıp taze insan beyni yemeye başlar, artık geri dönüşü olmaz bir yola girmiştir...

Ya da dostlar, bir vampiri düşünün. Nasıl ki vampir olmadan önce normal senin benim gibi bir insandır da, o ısırığı aldıktan, lanetli kan damarlarına aktıktan sonra artık gün yüzü görmez bir vampir olup; kan içmeden nasıl duramazsa; askerliğini yapan insan da askerlik anısı anlatmadan duramaz.

İstediği kadar film festivaline gitmiş, bienale katılmış olsun; isterse şiir kitabı yazmış olsun. O kutsal vazifeyi bitirdikten, vatan borcunu ödedikten sonra askerlik anısı virüsü damarlarına zerk olmuştur. Artık devreleriyle bir araya geldiğinde "ama topçu zamanı başkaydı aga" ile başlayan anıları harlayacak, bir sohbet masasında otururken "bizim bir başçavuş vardı.." demenin yollarını arayacaktır. Artık o bir 'askerlik anısı anlatan adam'dır.

Onu suçlamayın, hor görmeyin. Vampirin insan kanına duyduğu özlem gibi, zombinin taze beyne duyduğu hasret gibi askerlik anısı anlatan adam da askerlik anısı anlatmaya ihtiyaç duyar. Anlatamazsa hayattan soğur, gözlerindeki hayat ışığı solar gider....

Bir gün bir sanat ortamında, bir entel mekanında; elleri titreyen, beti benzi atmış, soğuk soğuk terleyen birini görürseniz; işte o bedbaht ruh askerlik anısı anlatmak isteyen, ama (sanatsal kaygılardan ötürü) konuşamayan, derdini söyleyemeyen bir lanetlidir. Bırakın anlatsın. Bırakın başçavuşlardan, albaylardan, teçhizatlı koşulardan bahsetsin. Bahsetsin ki daha bir umutla bakalım yarınlara, analar ağlamasın. Bahsetsin ki güzel günlere inanan, mutlu bir yusufçuk havalansın!


* bu yazıyı başka bir yerlerde yazmıştım ama internetin dipsiz kuyularında kaybolmasına gönlüm razı olmadı, aynen buraya kopyaladım çakal gibi, sinsi gibi. zaten kimse de okumamıştı zaar...

31 Ağustos 2010 Salı

Nasrettin Hoca'daki inanılmaz mantık hatası

Bize yıllardır "Nasrettin Hoca şöyle hazır cevaptı. Nasrettin'in soktuğu lafın altından kimse kalkamazdı. Naso çok iyi adam, tanısan çok seversin" falan diye övdüler de övdüler adamı. Ben zerre sevmedim, saygı da göstermedim kendisine. Adam sırf "Bana şöyle desinler, ben de 'tak!' yapıştırayım cevabı" diye evde kurup kurup dışarı çıkmış yıllardır. Her şeyi yapmacık, kurulmuş bir kere. Neyine saygı göstereyim?

Adam sırf "Eşeğe ters binmişsin" desinler diye eşeğe ters binip köyün meydanına gidiyor. Eminim etrafına bakınıyordur o sırada, birisi gelsin de lafı söylesin diye. Zaten eminim kimse de sallamıyordur bu adamı. Yirmi kişi görüp geçer, yirmibirincisi sorar kesin soruyu. O da köyde pek sevilmeyen bir adamdır kesin.Tüm hikayelerine bakın. Hepsinde bir yapmacıklık, bir içten pazarlık, bir kurmacalık almış gidiyor. Benim şimdi anlatacağım ise hocanın göle maya çalması. Neymiş efendim? Hoca göle maya çalıyormuş. Ordan geçen adamın biri, ki kesin aynı gerizekalı bu, demiş ki "Hoca neettin? hiç göl maya tutar mı?". Hoca bu, durur mu? Yapıştırmış cevabı "Ya tutarsa?".

Hahahaahaha. Çok komik değil mi? Biz şimdi Hoca'yı takdir edeceğiz. Hadi ordan! Ya tutarsaymış. Ulan tutarsa koskoca göl yoğurt olacak be! Sıcakta iki güne kalmaz önce ekşiyecek, sonra leş gibi kokacak. Hadi seferberlik ilan edip bozulmadan tükettin diyelim koca yoğurdu. Göl gitti o ne olacak? Millet su bulamıyor, adam koca gölü yoğurt yapacak. İçinde onca canlı ölecek. Koskoca bir ekosistem ortadan kaybolacak. Gölün suyunu içen bir sürü hayvan susuzluk çekecek. Bu böyle gider. Biz hala "Hahaha. lan ne koymuş lafı"diyelim.

Bu sadece bir örnekti. Bunun gibi her hikayesi mantık hatası dolu. Kendisine itibar etmeyelim efendim. Çocuklarımıza anlatmayalım. Sonra herkes sırf lafı koymak için saçma sapan işler içine girecek. Komşunun malını alıp geri vermeyecek, daldan düşecek, arabayı ters sürmeye çalışacak falan filan.

24 Ağustos 2010 Salı

Hayata anlamlı kılmanın yolu: SOFİSTİKE!

Her şey bir arabayla başladı. Sanmayın ki bu blog yazarlarından biri araba aldı. delimezar'la AOE ciddi ciddi bakındı sadece bir ara. Tabii Üsküdar'ın nezih semti ayazma'da keyifli 1. kat daire tutunca ertelediler mecburen. İşte bu bakınmaları sırasında bendeniz depik'e bir telefon geldi. AOE dedi ki "depik biz araba bakıyoz. Sen ki sofistikeden anlayan adamsın. Hangi arabayı önerirsin?"

İşte böyle girdi hayatımıza sofistike. Aslında hep hayatımızdaymış da, biz farketmemişiz. Öyle araba alacaksan "Aman İstanbul'dayız, parkı sorun olur, parçası zor bulunur" yok. Aman Opel Corsa'dır, Renault Sembol'dür falan gelmez sofistike avcısına. Kendini sofistikeye adamış bir bünye bir Pontiac, bir Freelander peşinde koşar.

Yalnız burda önemli bir nokta var. Son model bir BMW sofistike değildir. Çok para harcamakla karıştırmayalım. Burada aynı, veya çok daha az miktarda farkla elde edilebilecek şeylerden bahsediyoruz. Misal Pontiac 1990 model, Freelander ise tüplü ise sofistikedir. Sofistike tasarrufa bakmaz ama çok para harcamaktan da kaçınır.

Şimdi bu taylan biraderler yeni eve taşındı malumunuz. Nöbetçi temizlik uzmanı olarak ben de olay yerindeydim. delimezar dedi ki "depik sana ne lazım?". Dedim "Çamaşır suyuynan vileda sopası". Ben gitmiş beyaz bidonda bildiğin çamaşır suyu, kırmızı vileda sopası beklerken delimezar jel çamaşır suyu almış. "Olum" dedim, "neden bildiğin, sıradan çamaşır suyu almadın?". delimezar'dan yanıt geldi: "Çünkü bu daha sofistike!". Vileda sopasını da metale benzeyen grilerden almış.
Şok mok ama daha sofistike değil mi? Şişesi bile değişik

Sofistike böyledir. "Şu sofistikedir" denilemez ama "şu daha sofistike, onu alalım" denir.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Sahurda kendimiz!

Merhabalar sevgili Evde kendimizciler. Ramazan coşkusunu iliklerimize kadar hissettiğimiz şu mübarek günlerde sizlerle birlikte olmak ne büyük bir mutluluktur. Çalışan bir insan olduğumdan dolayı gündüz programlarını izleyemiyorum ama eminim ki şu sıralar en büyük gündem maddesi ramazan, dolayısıyla oruçtur. Mevsimlik işçiler, Zekeriya Beyaz olsun, Nihat Hatipoğlu olsun, şimdi kanaldan kanala koşmakta ve "Orucum bozulur mu?"sorularını yanıtlamaktadır. İstedim ki benim de çorbada tuzum olsun. İlahiyatçı gömleğimi giyip Sık Sorulan Sorular (Frequently asked quensitons) hazırladım ki, orucunuz bilinçli, hayırlı ve sağlıklı olsun. Buyrun efendim...
Oruçlu olduğumu unutup bir bardak su içtim. Orucum bozulur mu?
Hayır, bozulmaz. Bunlar Cenab-ı Hakk'ın müminlere ikramlarıdır.

Oruçlu olduğumu unutup bir bardak su içiyordum. Yarısında aklıma geldi, durdum ama sanki bir damla falan kaçtı gibi. Orucum bozulur mu?
Valla ne desem yalan olur. Fakat gidiş yolundan bozulmaz gibi geldi bana.

Oruçlu olduğumun farkındaydım. Gittim hayvan gibi bir litre su içtim. Orucum bozulur mu?
Oha!

Oruçlu olduğumu unutup bildiğin öyle yemeği yedim. Orucum bozulur mu?
Orucun bozulmaz ama sen bir doktora falan görün yine de.

Anne ve babamla sahura kalkıyorum ama oruç tutmuyorum. Annem buna bozulur mu?
Öğrenirse çok bozulur. Anneni kandırabilirsin ama Allah her şeyi görür. Şüphesiz ki o... görür yani her şeyi.

Kalp hastasıyım. Haplarımı kullanmam gerekiyor. Oruç tutmam gerekiyor mu?
Hayır teyzeciğim. Siz oruç yerine bir fakiri doyurun ve fitre verin. Eğer kalbiniz düzelir ve haplara ihtiyacınız kalmazsa sonradan kaza edersiniz oruçlarınızı.

Oruçlu olduğumu unutup bir bardak su içtim. Sonradan aklıma geldi ama hoşuma da gitmedi değil hani. Orucum bozulur mu?
Heh heh heh... Hadi bakalım...

Sahuru Edirne'de, iftarı Kars'ta yapsam kaç dakka kâr ederim?
Çakaaaaaaaalll

Şimdi havalar sıcak malum. Her yerde mini etekliler dolaşıyor. Kızların bacağına bakıyorum. Orucum bozulur mu?
Bozulmaz ama pek de bir şey bekleme öbür tarafta.

Oruçluyken osurdum. Abdestim bozulur mu?
Namaz abdesti mi? Boy abdesti mi?

Orucumu sincapla açabilir miyim?
Sincap mı? Ne sincapı? Sincap ne arar la iftarda? (sincap ne komik kelimeymiş ya)

Uzun yolculuğa çıkacaktık. Sonradan kaza yapabilir miyim?
Alkollü ve dikkatsiz kullanırsanız kaza yapabilirsiniz? Mutlaka emniyet kemerinizi takın.

Oruçluyken sevişilir mi?
Sevişecek kız buldun da, orucu kaldı.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Kıyı Köşe Lezzet Durakları 005: İmrahor köfte

Kıyı köşe lezzet duraklarına uzun süredir bir mekan ekleyememiştik. Geçen gün AOE ile delimezar'ın evinin bir kısmını taşımamızın dönüşünde bir ağız şenliği yaşadık. AOE de hemen "yazsana lan burayı" dedi kabaca. Depik yazsın anasını satayım...

Efendim artık elimiz para gördüğünden dolayı yok öyle köfte, pilav arabasıymış, sokak arasıymış yok. Adam gibi dükkanda yiyoruz artık yemeklerimizi. İmrahor köfte de bu sınıf atlamamızın simgelerinden biri. Peki nerede bu köfteci? Valla ben de tam yerini bilmiyorum. AOE'lerin eski evinden yeni eve giderken sağda. İmrahor oraların adı zaten. İmrahor cami var hemen yanında da. Bu Üsküdar'da yazıhaneler yok mu? Ha işte orda böyle dümdüz gidince bir yokuşun başına geliyorsun. Doğancılara doğru çıkan bir yokuş o. O yokuşu 300 metre falan çıkınca hemen sağda.
(İmrahor Köfte'nin sunduğu ayrıcalıklardan biri: otururken cep telefonunuzla görüşme yapabiliyorsunuz!)
(delimezar ve AOE ne kadar da mutlular değil mi?)
(Bu arada lokantanın içindeki dev ekranda maç keyfine dikkatinizi çekerim)

Gördüğünüz gibi mekan çok elit bir mekan. Öyle paçoz paçoz giremezsin. O sebepten biz dışarı oturduk. Önünde çok geniş bir açık alanı var. Ailenizle ve dostunuzla rahat rahat yemek yiyebilirsiniz.

Menümüz çok geniş. Köfte var. Soğanlı, soğansız, acılı, soslu falan köfteler var. Fakat burasın bir dükkan olduğu için, tüm o çeyrek ekmek, yarım ekmek gibi seçeneklerin yanında porsiyon köfte de yiyebiliyorsunuz. İçecek menüsü de çok zengin. Her türlü meşrubatın yanında otantikseverler için şalgam ve klasikçiler için ayran da bulunuyor. Üstelik ayranın şişe ve kutu seçenekleri de mevcut.

Gurme olduğum için yemek yerken şef aşçıyı masamıza davet ettik. Yemek yerken sorular falan soralım diye. "Bu soğanın kekremsi bir tadı var, nasıl elde ediyorsunuz bunu?" diye sordum. Şef "Kekremsi ne abi?" dedi. Sonra "Aslında bu köftenin yanında 1984 Cabernet daha güzel olur" dedim. "Abi şalgam vereyim?" diye yanıt verdi.

Kız kulesine yakın yerlere servisleri var. Brandayı çektik o kadar. Numara yazıyor orda. Sipariş verirseniz Evde kendimizden önerdiler deyin. İndirim yapacaklardır (pay alıyorsak şerefsizim).

Sıcak aile ortamı, kalitesi ve lezzetli köftesiyle İmrahor Köfte bizde çok iyi bir izlenim bırakıyor.

İmrahor Köfte'nin notu:

Lezzet: *****
Fiyat/kalite: ****" (Elit olduğu için fiyat yükseliyor tabi. Zaten delimezar ödedi, ben bilmiyorum fiyatları)
Ambiyans: *****

fotoğraf: ben çektim.
oturanlar (soldan sağa): delimezar, AOE
ayaktakiler: depik (ama fotoğrafı ben çektiğim için görünmüyorum)

6 Ağustos 2010 Cuma

Evde kendimiz'den Başka Bir Büyük Hizmet

Bu sıcak günlerde evdekendimiz yine takipçilerini unutmadı. Zengin fakir demeden herkese sınırsız serinlik.


BUZ RESMİ




Bu da depik için(kızlı resim)


5 Ağustos 2010 Perşembe

Kirlenmek güzelmiş

Otomatik çamaşır makinesi deterjanı reklamı var kirlenmek güzeldir diye. Çocuklar oyun oynuyor, çamurlara yatıyor ve çılgınca eğleniyor. Sonra eve döndüklerinde anaları bunları görünce gülümsüyor. Hatta bazıları gaza gelip yaşına başına bakmadan çamura dalıyor. Tam bir mutluluk tablosu...
İlkokul yılları... Siyah önlükten mavi önlüğe yeni geçilmiş. Bir gün okul çıkışı yağmura tutuluyoruz. Hayatımın aşkıyla beraber evlerimize gidiyoruz. Tabi kızın bundan haberi yok. 7 yaşındaki bir çocuğun hayatının aşkı da pek olur ama. Ben yanlışlıkla çamurlu suya basıyorum ve kızın eteklerine çamur sıçrıyor. Sevdiceğim kızıyor ve o ayağıyla bana çamur sıçratıyor. Fakat ilginçtir beni çamurladıktan sonra keyfi yerine geliyor. Coşkun bir bünye olarak ben de gaza geliyorum ve bunu boydan boya çamurluyorum. Arkadan gelen arkadaşlar da bu eğlenceye katılıyor ve aynı o reklemlardaki ortam yaratılıyor.

Aksi gibi o sırada yağmur kesiliyor ve biraz hevesimizi aldıktan sonra üstümüz başımız çamur içinde yola devam ediyoruz. Bende böyle bir rahatlık, bir mutluluk eve varıyorum. Birazdan annemle karşılaşacağız. Annem beni görüp "Ah bu afacan çocuklar" dermişçesine gülümseyecek. Üstümü çıkardıktan sonra banyoya sokup köpükler içinde yıkacayacak. Sonrasında da portakal suyu içip metal kutuda satılan küçük kurabiyelerden yerken gülmekten çatlayacağız. Zaten sevdiceğiyle beraber çılgın bir gün yaşamış olan ben de mutluluktan uçacağım. İşte yıllar öncesinden o reklamı hayal eden ben.

Eve varıyorum. Annem beni görüyor. Şaşkınlıktan bir-iki saniye kalakalıyor. Sonra beni bir dövüyor ki, ben hayatımda böyle dayak yemedim a dostlar.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Nasıl oldu da şey oldu: İzafiyet

Yeni bir yazı dizisiyle karşınızdayım sayın Evde kendimizciler. Sizin de bildiğiniz gibi akademik çevrelerde eski zamanlara dair beyin yormamla ün salmışımdır. Bugün misal, Jakarta Teknik Üniversitesi'nden herhangi bir hocaya "depik?" deseniz alacağınız cevap "what?" olacaktır. Biraz daha ısrar ederseniz güvenlik görevlilerini çağırır.

Ha nedir bu yazı dizisinin konsepti? "Ulan biz şimdi kuşburnu çayı içiyoruz ama ilk kim buldu lan bunu?", ya da ne bileyim, "Ulan bu adamın nasıl aklına geldi de yaptı bu buluşu?" gibi soruları cevaplamak. Şimdiden söyleyeyim, tüm akademik araştırmalarda olsun, efendime söyleyeyim, makalelerde olsun bu yazılarımı kullanmak serbesttir. İzin verdim anasını satayım, tepe tepe kullanın. Referans bile göstermeye gerek yok. Ha sonra "Vay efendim depik, senin yüzünden ordinaryus olamadım" demeyin.
İlk konumuz izafiyet. Biraz daha Türkçe'si görelilik. Hepiniz okumuş etmiş insanlarsınız ama ben yine de biraz açıklayayım. Görelilik Albert Einstein'ın bulduğu bir şeydir. Bu kadar yavaş ortamda zaman herkes için aynı ama, ışık hızı civarlarında öyle değil işte. Oralara çıkınca işler değişiyor. Olay tamamen ışık hızının geçilemeyeceği, ışık hızını geçen maddenin enerjiye dönüşeceği fikri üzerine kurulu. Bağıl bile olsa ışık hızından hızlı bir şey olamayacağı için hız/zaman/mekan olayları sapıtıyor bir yerden sonra. hala teori olmasının sebebi de ışık hızına çıkıp deneyemediğimiz için ıspatlanmaması.

Tabi Einstein göreliliği sadece kuantum fiziğinde değil, sosyolojik olarak da irdelemiş, kurcalamış. "Neye göre, kime göre?" lafını bulmuş. Peki nerden icap etmiş?

Şimdi efendim zamanında küçük Albert bir bayram günü dedesinin ve babaannesinin elini öpmek üzere evlerine gidiyor. Yaşı 4-5 civarları. Tabi sülalenin en büyükleri olduğu için evde bir sürü çoluk-çocuk, torun-torba dolaşıyor. Albert dedesinin elini öpüp bayram harçlığını aldıktan sonra halasını görüyor, onun da elini öpüyor. Sonra diğer halasının oğlu gelip elini öptüğü halasına "Teyze" diyor. Haydaaaa... E bu hala, Wolfgang ise teyze diyor. Sonra aynı çocuk Albert'in babaannesine "ananne" diyor. Durumu idrak edemeden diğer dedesinin evine gidiyorlar.
Küçük Albert

Orada da dayısının oğlu Şvaynştayger, Albert'in anneannesine "babanne", diğer dayısına da amca diyor. Albert kendine gelemeden enişte dediği adama babasının "Yav bacanak nasıl koydular Borisyamönşşengladbaha. Zaten Borisyamönşengladbah diye takım mı olur ya?" demesiyle iyice ağlamaklı oluyor.

Albert akıllı çocuk. Yolda evlerine göre giderken kendi kendine diyor ki "Benim halam Wolfgang'ın teyzesi, dayım ise Şvaynştayger'in amcası. Benin annannem birinin babannesi. Bu işin daha kayınçosu, bacanağı, eltisi, görümcesi var. Demek ki her şey göreceli!!!".

İşte modern fiziğin temelleri burda atılmıştır.

Bu arada her zaman, o an için son yazılan yazıya yorum göndererek bu yazı dizisinde açıklamamı istediğiniz konuları sorabilirsiniz.

30 Temmuz 2010 Cuma

ne bangi campink, ne dirk kuyt paraşütü varsa yoksa rıdvan


bu adam ayaktayken ben anlattıklarının dışına çıkıyorum. önce bir panik oluyor böyle o koca ekranın önüne giderken. böyle koltuğuna yapışıyor kendini kaldırıyor yarım ayaktayken hala laf yetiştitiriyor sonra kalkıp kalkmamak arasında gidip gelirken birden zıplıyor. işte o anda 1-2 saliseliğine seyirciye "aa belden aşşağısı da varmış bunun,hmmm kot giymiş ama ayakkabılar olmamış, lan olm heralde beldan aşağısı var adam senelerce forvet oynadı" hissiyatı yaştıyor.

hemen akabinde biraz seri hareketlerle ekranın önüne geçip belini melini topluyor. önce sıvaz. ekranı sıvazlıyor bol bol.işte buraya kadar hala konuya hakim olan ben bundan sonrasını takip edemiyorum. çünkü hemen ellerini avuç içi vücüduna bakacak şekilde göğsüne yaklaştırıyor. kolları dirseklerden kırıp başlıyor anlatmaya. bir de onun tipik bir ispanya oyun şablonu anlatışı vardır. o eller hiç vaziyeti bozulmadan vücüda 30 derecelik açılar yaparak sağa sola açılır. o böyle "al-ver al-ver" dedikçe benim içim bi hoş oluyor böyle istemsiz bir güç omuzlarımdan tutup beni öne arkaya sarsıyor. o böyle "pas pas pas orta sahada hepsi teknik oyuncular" dedikçe benim omuzlar sağa sola oynuyor, kafam böyle bir o yana bir bu yana savruluyor. o böyle sağ elini açarken sol ayağı,sol elini açarken sağ ayağı öne attıkça ben "ha uşağım ha ha ha" diye şahlanıyorum. başka bir maçtaki örneği verirken ellerini kaldırdıkça ben coşuyorum kollarım kalkıyor başlıyorum tepinmeye, topukları yere vurmaya..

böyle birden koltuk altlarım terliyor. rıdvan bir anda bende hızlı çekime geçiyor. böyle sağ ayak sol el, sol ayak sağ el...gözlerim kararıyor ve kendimi rıdvanın ritmine bırakıyorum...

ta ki güntekin "ama hocam" diye girene kadar. işte o anda benim kollar eylemsizlik momentiyle böyle öne doğru bir salınım yapıp yanlarımda duruyorlar. bende böyle bir boşalma, bir rahatlama oluyor. düğünlerde çılgın atan orta yaşlı amcaların müziğin kesildiği andaki anlamsız alkışlarını yapıp, ayaklarımın üzerinde michael jackson(rahmetle anıyoruz) dönüşü yapıyorum ve az önce oturduğum yerimi arıyorum.hemen cebimden bir mendil çıkarıp anlımı siliyorum. terden sırılsıklam olmuş beyaz düğünlük gömleğimi astıktan yaklaşık bir 2-3 dakika sonra futbola geri dönebiliyorum...

böyledir işte a dostlar. rıdvan benim için böyle bir aktivitedir, enerjidir, andrenalindir. kına gecesidir...

27 Temmuz 2010 Salı

Yaşasın!

Yaşasın diye bir kelime var. Çoğu insanın hayatında en fazla bir kere kullandığı bir kelime. Muhtemelen yabancı filmlerde "yihuuu" diye bağıran insanları çevirirken kullanacak kelime bulamayıca uydurmuşlar.

Yahu hangi Türk insanı sevinince "Yaşassıınnn!" diye bağırıyor Allah aşkına? Biz sevinince "Allaaahhhh!!!" diye bağırmıyor muyuz? Son zamanlarda "Olleeeeyy" de var ama o kadar çok değil. Ne bileyim, bir "Heeytt beeaa!" falan var. Bir de Ömer Üründül var tabi. O da "Oooheeüüehhüüee" falan yapıyor çok güzel gol atılınca.
Ne olur yani Brad Pitt sevinince onu dublajda "Allaaaaaaahhhh. Hobaareeyyy" falan diye çevirseniz. Biz de biliyoruz o adamın gerçekte öyle bağırmadığını. Neyse... Yaşasın diye sevinen var mı?

Bu arada yazı kıtlığından dolayı başarısız bir platformda harcadığım cevherlerimi buraya taşıyabilirim. En verimli yıllarımı boşa harcadım lan. Bari siz de görün, işe yarasınlar

23 Temmuz 2010 Cuma

Üniversite tercihi yapacaklara tavsiyeler

Efendim baktım ortalık karışmış, genç dimağlar tercih yapamıyorlar. O zaman dedim deneyimli abileri olarak işe bir el atayım. Kolay değil, 8 sene üniversite okuduk.

Fakat bir baktım olacak gibi değil. Sistemin anasını bellemişler. Biz ne güzel girdik bir ÖSS'ye, koyduk çocuğu, sonra da bize koydular çocuğu, bitti. Şimdi o sınavdan bu sınava, şu oturumdan bu kucağa falan diye iyice arapsaçı etmişler. Bir de çıkıp "Ya biz yanlış şeetmişiz. Aslında çok da şey değil de, öyle olunca tabi şey oldu..." falan diye açıklamalar falan yapıyorlar. Yani benim de pek verecek tavsiyem yok aslında. Ne haliniz varsa görün. Bana mı okuyorsunuz?
(Üniversiteyle alakalı bir yazı yazınca bu kapıyı göstermek zorunludur)

Yine de birkaç şey yazayım. Öncelikle kızlara tavsiyem mühendislik yazmaları. Öyle endüstri falan değil. Makine, inşaat ve elektrik-elektronik yazın kızlar. El üstünde tutulursunuz. Hocalardan göreceğiniz ayrıcalıktan hiç bahsetmiyorum bile. Hele ki makine veya inşaat yazın, Safiye Ayla halinizle Adriana Lima muamelesi görürsünüz yeminle. Daha da bu fırsat hiçbir zaman elinize geçmez. Gerçi benim niyetim Adriana Lima'ları mühendisliklere yönlendirmek ama olsun. Olduğu kadar.

Hem ordakiler de insan lan. Yeter anasını satayım dört tarafı hatunla çevrili iktisat erkeklerine bakıp bakıp içimizden küfrettiğimiz. Hem bakın tanıdıkça seveceksiniz mühendis erkek güruhunu. Çok güzel muhabbetleri vardır yeminle. Ha ben mezun oldum. Benim niyetim ben yandım başkaları yanmasındır. Şansıma sıçayım zaten, okul bitti Ar-Ge firmasına girdik. İşyeri yine mühendislik fakültesi gibi.

Erkekler! Siz de mal gibi mühendislik yazmayın lan. Ha diyeceksiniz ki "Depik, sen şimdi söyleyince kızlar mühendslik yazacaklar". Siz yine de işinizi şansa bırakmayın. Gidin reklamcılık, mimarlık, işletme gibi kız nüfusu bol bölümler yazın. Lan okumaktan bıkmasam tekrar girip mimarlık yazacağım lan ben. Nasıl bir şeymiş 5 kıza düşen 1 erkek olmak, çok merak ediyorum.

İnsanın karnı her türlü doyar gençler. Mühendislerin durumu da öyle ahım şahım değil, kendimden biliyorum. Tüm hayatınız testesteron içinde geçecek lan. İlle de mühendislik diyorsanız çevre veya endüstri yazın. Oralar da iyidir bak.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Anket değerlendirmesi: Temamız?

Bayağıdır yapamadığım anket değerlendirmelerine yenisini ekliyorum sayın Evde kendimizciler ve tesadüfen bloga girenler. O tesadüfen girenlerin google'a "şimdi seks!" yazıp girdiğini de belirtmek isterim. Seks isteyen ve bunu hemen isteyen internet kullanıcısından, umutlarını boşa çıkardığımız için özür dileriz.

Konumuza dönelim... Biliyorsunuz bu köşede toplum ve daha çok gençlik üzerine, anketlerimiz aracılığıyla, değerlendirmeler yaparım. Her biri birer manaya gelen şıklarımızın seçilme oranında gençlerin ve toğlumun genel durumunu gözler önüne sererim. Fakat bu sefer kendimizle alakalı bir anketti. Hemen değerlendirelim.
Öncelikle bunun en geniş katılımlı anketimiz olduğunu belirteyim. toplamda 152 oy kullanıldı. Bunların 50'sini falan ben kullanmış olsam, 100 oy gayet iyi. Çıkan sonuçta anket öncesi yazdığım yazının da payı var büyük ihtimalle, ki zaten amaç da oydu. Sonuç beni sevindirdi açıkcası. Hem Evde kendimizcilerin, düşündüğüm gibi, bizimle aynı şekilde düşündüğünü anlamış olduk, hem de temaydı fonttu falan uğraşmak zorunda kalmadık. O yazıyla beraber düşününce aslında değerlendirmeye çok da gerek yok. O yüzden bir fıkra falan anlatayım bari. Çok da boş olmasın yazı.

Dursun Temel'e "Haçan Temel, ben şimdi eve gidip senin karınla yatsam ne olur?" demiş. Temel de "Ödeşmiş oluruz" demiş. Sonra da eklemiş "Haçan ne demek lan?"

fotoğraflar: print screenlen yaptım.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Acı ama gerçek: binlerce dansöz var!

(Şimdi efendim bu yazı onkaplan tarafından başlatılmış ve aylarca yayınlanmadan beklemiştir. Sanırsam onkaplan bir gazla yazıya girmiş, sonunu falan bağlayamayınca öylece bırakmıştır. Baktım yayınlayacağı yok, zaten yazı bir şeye de benzememiş, içi boş kalmış, sihirli ellerimle dokunayım, hem bir güzelleştireyim hem de bir yere bağlayayım dedim. Vallaha yazıya mana geldi şerefsizim. Nereden itibaren benim yazdığım kalitesiyle kendini belli etse de ilk bulan büyük ödülü alacak.)

Hakkaten de öyle ama. Şimdi şöyle kabaca bir hesap yapsak, Türkiye'nin her ilinde ortalama 5 adet pavyon ve benzeri yapı var desek, ki büyük şehirlerde bu sayı çok çok daha fazla, totalde 81x5=405 pavyon yapar. Her birinde en az 2 dansöz çalışsa toplamda 810 dansöz yapar. Hadi eksiği gediği yuvarlak hesap 1000 tane dansöz diyelim, sırf Türkiye'de mevcut. Bunun arabistanı var, türki cumhuriyetleri var, yani dünya çapında gerçekten de binlerce dansöz var...



Demek ki binlerce kadın geçimini vücudunu sergileyerek kazanıyor. Seksizm meksizm, kadının metalaştırılması filan (bu konulara tam hakim değilim), ama kınıyorum bu durumu!

Grup Metalika'nın da vaktiyle sosyal içerikli bir şarkısında dediği gibi "Acı ama gerçek".

Tabii Metalika dansöze dansöz demez. Gavurlar dansöze "Belly Dancer" der, "Dansçı olduğu belli" manasında. Yani böyle giyinmiş biri kesin dansçıdır diye düşünüyorlar haklı olarak.

Tabi bunlar Metalika nezdinde tüm batı alemine yakıştıramadığımız şeyler. Sen şimdi bir kadın öyle giyiniyor diye yok "bunun dansçı olduğu belli", yok "bundan sadece dansöz olur, ne de olsa kadın" gibi sözler edersen kadını aşağılamış olursun, ki medeni toplumlar olarak en sevmediğimiz şeylerdir bunlar. Kadın anadır, kadın bacıdır, kadın müdüredir, yeri geldiğinde patrondur. Bugün bir TÜSİAD'ın başında bir kadın bulunmaktadır. Bu sebeptendir ki TÜSİAD son zamanlarda derli toplu, temiz bir yerdir. Tuncay Özilhan varken her yeri toz kaplamıştı. Üç aylık bulaşık birikmişti mutfakta ya!

Yani özet olarak kadının toplumdaki yerini, onun bir seks objesi olarak görülmesinin hastalıklı bir durumdur, ama bir yandan buna bazı kadınlar çanak tutmaktadır. Yani dişi köpek kuyruk sallamasa erkek köpek peşinden koşmaz değil mi?

Kadının yeri, bayan yanıdır!(Otobüste. (Uçakta serbest))

(Burada diğer yazarlarımıza da sesleniyorum. Yazılarınızı öyle yarım bırakmayın. Tamamlarım vallaha.)

9 Temmuz 2010 Cuma

İyi Sinema Nasıl Olmalı?

Sevgili evde kendimizciler, biliyorsunuz sinema sanatı üzerine ihtisas yapmış, bu konudaki yazıları gerek yurtiçi gerekse yurtdışındaki akademik çevrelerce takip edilen bir insanım. Gerek burada, gerekse internetin çeşitli başka köşelerinde de yazdım çizdim, bu konudaki rüştüm, ağırlığım belli. O yüzden, sizlere bir faydam olsun, bu engin bilgi birikimimden siz de faydalanın istedim.

Bundan sonra yanlış yunluş filmlere gitmek, tüh lan boşa para verdik demek yok! Tek yapmanız gereken, uzun yıllar süren araştırmalar sonucu ulaştığım aşağıdaki maddeleri kontrol etmek. Eğer bunlardan biri veya bir kaçını sağlıyorsa o film iyidir, izlenir. Buyrun başlıyoruz:

1. Van Damme oynuyorsa:





Eğer bir filmde Van Damme oynuyorsa o filmin kötü çıkma ihtimali neredeyse yok gibi. Büyük ustanın bütün filmlerini izledim, sanatsa sanat, dövüşse düvüş hepsi var.




çok çalıştım ama bacakları şöyle ayıramadım be...



2. Vurdu-kırdı sahneleri bolsa:

Şimdi diyeceksinizki izlemeden bunu nasıl anlayalım? E ama fragman diye bir şey var, eğer fragmanda bol bol aksiyon, silahlı silahsız çatışma varsa o film iyidir izlenir. Aynı şekilde filmin afişine bakarak da anlayabilirsiniz bunu. Düsturumuz: "Ne kadar kemik sesi, silah sesi var, orda çok güzel bir sinematografi var!"

İşte örnek bir film afişi... (vhs kapağı bu aslında)

3. Ninjalar, samuraylar varsa:

Ninjalık tamam, her türlüsüne saygım sonsuz. Hele samuraylık, bakın buraya yazıyorum Toşiro Mifune'nin oynadığı bütün filmlerin hastasıyım, cemil cümle samuraylar eline su dökemez...

Yalnız, bu madde aslında biraz tehlikeli. Neden? Eğer filmin yapım tarihi 2000 yılından önce ise tamam, ninjalı her filmi izleyebilirsiniz. Ama yakın tarihteyse kontrol etmek gerek, sanatsal ninjalı film çıkabilir, aman dikkat! (örn: uçan hançerler, ağlayan kaplan-zıplayan ejder vs vs...)

Onlar biraz yoruyor insanı, sanatsal filan ya...




Evet, şimdilik bu kadar ama yazı dizimize devam edeceğiz, hatta bu seri bittikten sonra "kızla gitmelik filmler" diye bir başka bir yazı dizisine başlayıp hayır dualarınızı almayı düşünüyorum. Halka hizmet hakka hizmettir neticede...

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Böyle söyleyince daha bi' şey oluyo: Aluminyum

"Aleminyum... alemenyom... ale... aleminyon... alemin... aluminyun... alemenyon... Buna bu ismi koyanı bulursam..."

Hayvanlar!

Başlıkların gidişatı itibariyle gaza geldim sayın okur. İki yazıdır utanmazlar, terbiyesizler diye saydırmadığımız kalmadı. Otobüste yer verilmeyen yaşlı gibi olduk. Bu metal bizi bozdu. bir dahaki metal aktivitesine kadar blogda bu konu hakkında konuşmayı yasaklıyorum. Yasağa uymayabilrsiniz. Zaten metalle alakası alemenyon (aleminyom, alemenyum, alemiyor) tavadan ibaret olan beni çok fena yaptı bu konserler silsilesi. Hala kendimi toplayamadım. Bir Cankan olsun, bir Ömer Danış olsun, bunlardan aldığım zevki alamadım metalden. Çok metalik bir tadı var (kelimenin anlamına vurgu yapan kelime esprisi).Hayvanlar! dedim ama kimseye yönelik değil bu söz. Dedim ya, gaza geldim. Fakat madem koyduk başlığı, ona uygun yazacağız. Yapacak bir şey yok!
(Tiplere bak)

Hayvanlar... En sevdiğim hayvan kuzudur benim. Böyle şirin şirin "mee-e-e-e"liyolar ya, bayılıyorum keratalara. İşte öyle melerken kafasını kesip bir gün dinlendirdikten sonra ver ediyosun ateşi kuzuya. Lokum gibi olur lokum. Sonra sırasıyla dana ve tavuğu severim. Deniz ürünleri sonradan gelir. Bir dana etini balık etine değişmem. Orta anadolulu sayılırız biz. Köpek, kedi falan sevmem ben. Eti yenmiyor onların.
(Hayvanseverlerden yüz bulmuş hayvan. Babamdan beter göbek yapmış)

Efendim bir de insan-hayvan karşılaştırmaları var. Özellikle kendini ironili mesaj vermeye adamış bazı gerizekalılar şöyle laflar eder: "Bu yapılanı hayvan yapmaz diyorlar. Bence insan yapmaz denmesi gerek. Hayvanların ne kötülüğü var ki, tüm kötülükler insan eseri ha ha ha ha". Bunu söyleyenlerin aklını s.keyim afedersiniz sayın Evde kendimizciler. Küfre karşı duruşumuzu bozmak istemezdim ama çok sinirlendim. Ulan bugün bir kaplumbağa "Balinaların soyu tükeniyor. Bi el atın a dostlar, yardım edelim" diyor mu hiç? Bugün insandan başka, ne işe yaradığı belli olmayan bir kutup ayısının derdine düşen canlı var mı? Haaaa dersen ki onların soyunun tehlikeye girmesi de senin suçun. Olabilir derim. Fakat biz bu dünyaya gelmeden de soylar tükendi, ocaklar söndü. Zamanında en akıllı geçinen maymunlar bizim gibi düşünseydi akşam yemeğinde mamut yiyorduk be. Mamutların yok olması da mı bizim suçumuz?

Yani sayın hayvanseverler, hayvan sevin, ama o kadar da sevmeyin. Hayvandır en nihayetinde. Aç kalsa seni de yer beni de. Hiç düşünmez insan soyu tükeniyo mu, bu yaptığım insan haklarına sığar mı diye.

İnsanlar, siz de öyle yemeyeceğiniz hayvanı kesmeyin. Eziyet falan etmeyin canlılara. İnsan olun!

2 Temmuz 2010 Cuma

Terbiyesizler!

Yıllarca metalcilik camiasında bulunmuş, yıllarını hevi metal ilmine vakfetmiş bir insanım, bilen biliyor. Ama bir süredir sayfalarımızda da bahsedilen sözde metal festivali sonisphere'e gitmedim. Neden? çünkü geleneklerimize, örf ve ananelerimize, kısacası bizi biz yapan değerlere utanmazca saldıran böyle bir organizasyonun, böylesine bir ahlaksızlığın içinde olmayı kendime yediremedim. Gençliğimizin bu fuhuş ve uyuşturucu batağına sürüklenişine şahit olmayı yüreğim kaldırmadı...

Ama bazıları, şimdi buradan isim verip de kimseyi zan altında bırakmak istemiyorum, sizin de isimlerini çok iyi bildiğiniz bazı "o kendini biliyor"lar hiç utanmadan, yüzleri kızarmadan bu şer yuvasını ziyaret ettiler; bununla da yetinmediler bunları internete yazdılar, çektikleri fotoları sayfa sayfa yayınladılar (hep gotik kızları çekmişler!).

Beyler, sizleri kınıyorum ve size laflar hazırladım:

Joey De Maio Reis'in dediklerini unutma,
Manowar'a dil uzatma sebepsiz.
Sen sonisıfıra gene giderdin ama,
Headliner kim olurdu bilemezdin şerefsiz...

Metalcilikten aldığım tadı hiçbirşeyden alamadım... Belki bilardo... Ama yok lan metalcilik daha güzel

29 Haziran 2010 Salı

utanmazlar!!!

istanbul bu sene dev bir ahlaksılığa daha evsahipliği yaptı. ahlaksız firmanın düzenlediği ahlaksız sonisphere festivali ahlaksız gençlerin katılımıyla ahlaksızca gerçekleşti.

her türlü ahlakzıslığa rağmen biz de izlenimlermizi siz sevgili izleklerimize taşıyabilmek için bu günah güruhu içerisinde yer aldık.

bu ahlaksızlık ortamında şahit olduğum izlenim;
-BU GENÇLER SÇIYORLAR!!!
bu kadar da olmaz dedirtten sahnelerden birine plastik WC'de rastladım. bu ahlaksızlar sıçmışlar ve işemişler hem de dize kadar. (tabi ki ayağımı sokmadım)

EVDEKENDİMİZDEN DEV HİZMET
daha önce büyük çabalarla DU HAST şarkı sözlerini blogumuzda yayınlamıştık.
şimdi de hiçbiryerde bulamayacağınız ahlaksız festival sonisphere'den en ahlaksız kareleri yayınlıyoruz.




bu da alevlisi.




bu da ahlaksız fotoların linkin park.
http://rapidshare.com/files/403905055/sonisphere_2010_istanbul.rar.html
şanslı ilk 10 izlek için.

Yatarak Para Kazanma Teknikleri!!!

Artık çalışmaktan sıkıldınız mı?
Sabahları kalkıp işe gitmek size zor mu geliyor?
Patronunuzla aranız mı kötü?
Yaptığınız işi ne skme yaptığınıza anlam veremiyor musunuz?
Sistem sizi giderek daha da içeri mi çekiyor?
Arkadaşlarınızla her toplandığınızda, 2 dubleden sonra "nasıl yırtıcaz olm?" muhabbetlerine mi gark oluyorsunuz?
Daha az çalışmak, daha çok gezmek, daha da çok yatmak mı istiyorsunuz?

O zaman doğru yerdesiniz.
Hadi bakalım herkes işinin başına. Öle yatarak para kazanmak falan yok. Kim uydurduysa fena yemiş sizi. Yok öle bi dünya arkadaşım. Bi sayısal ihtimali var. O da sana bana çıkmaz.

26 Haziran 2010 Cumartesi

Hep Öğretmen Olmak İstemiştim

Ve konser başlar...
Metallica'ya kurşun atan depiğin Rammstein'a son anda kurşun atmayarak tribünden de olsa yerini almasıyla o mahur besteler çalmaya başlamıştı. Akabinde ve detayında yurdum genci übermenş ingilizcesiyle pussy'ye eşlik ederken "peki ya Du Hast?" diye geçirmiştim ki içimden yüzümü kara çıkarmadılar.

1000'lerce takipcimizden bütün konser izleklerine akın akın yayıldını duyduğumuz sözler hep bir ağızdan söylenmeye başlandı. Allahım dedim bu ne büyük mutluluktur. Dünyanın bütün çiçeklerini getirin bana tadında duygulara gark olmuştum adeta.

Ancak bukadarla da kalmadı bu mutluluğum. Alice Ayres'in bu yazısını okuduktan sonra daha da katlandı bu saadet. Saygılar Sevgiler. Nice nice konserlere. Yaşasın Almanlık.