31 Ağustos 2010 Salı

Nasrettin Hoca'daki inanılmaz mantık hatası

Bize yıllardır "Nasrettin Hoca şöyle hazır cevaptı. Nasrettin'in soktuğu lafın altından kimse kalkamazdı. Naso çok iyi adam, tanısan çok seversin" falan diye övdüler de övdüler adamı. Ben zerre sevmedim, saygı da göstermedim kendisine. Adam sırf "Bana şöyle desinler, ben de 'tak!' yapıştırayım cevabı" diye evde kurup kurup dışarı çıkmış yıllardır. Her şeyi yapmacık, kurulmuş bir kere. Neyine saygı göstereyim?

Adam sırf "Eşeğe ters binmişsin" desinler diye eşeğe ters binip köyün meydanına gidiyor. Eminim etrafına bakınıyordur o sırada, birisi gelsin de lafı söylesin diye. Zaten eminim kimse de sallamıyordur bu adamı. Yirmi kişi görüp geçer, yirmibirincisi sorar kesin soruyu. O da köyde pek sevilmeyen bir adamdır kesin.Tüm hikayelerine bakın. Hepsinde bir yapmacıklık, bir içten pazarlık, bir kurmacalık almış gidiyor. Benim şimdi anlatacağım ise hocanın göle maya çalması. Neymiş efendim? Hoca göle maya çalıyormuş. Ordan geçen adamın biri, ki kesin aynı gerizekalı bu, demiş ki "Hoca neettin? hiç göl maya tutar mı?". Hoca bu, durur mu? Yapıştırmış cevabı "Ya tutarsa?".

Hahahaahaha. Çok komik değil mi? Biz şimdi Hoca'yı takdir edeceğiz. Hadi ordan! Ya tutarsaymış. Ulan tutarsa koskoca göl yoğurt olacak be! Sıcakta iki güne kalmaz önce ekşiyecek, sonra leş gibi kokacak. Hadi seferberlik ilan edip bozulmadan tükettin diyelim koca yoğurdu. Göl gitti o ne olacak? Millet su bulamıyor, adam koca gölü yoğurt yapacak. İçinde onca canlı ölecek. Koskoca bir ekosistem ortadan kaybolacak. Gölün suyunu içen bir sürü hayvan susuzluk çekecek. Bu böyle gider. Biz hala "Hahaha. lan ne koymuş lafı"diyelim.

Bu sadece bir örnekti. Bunun gibi her hikayesi mantık hatası dolu. Kendisine itibar etmeyelim efendim. Çocuklarımıza anlatmayalım. Sonra herkes sırf lafı koymak için saçma sapan işler içine girecek. Komşunun malını alıp geri vermeyecek, daldan düşecek, arabayı ters sürmeye çalışacak falan filan.

24 Ağustos 2010 Salı

Hayata anlamlı kılmanın yolu: SOFİSTİKE!

Her şey bir arabayla başladı. Sanmayın ki bu blog yazarlarından biri araba aldı. delimezar'la AOE ciddi ciddi bakındı sadece bir ara. Tabii Üsküdar'ın nezih semti ayazma'da keyifli 1. kat daire tutunca ertelediler mecburen. İşte bu bakınmaları sırasında bendeniz depik'e bir telefon geldi. AOE dedi ki "depik biz araba bakıyoz. Sen ki sofistikeden anlayan adamsın. Hangi arabayı önerirsin?"

İşte böyle girdi hayatımıza sofistike. Aslında hep hayatımızdaymış da, biz farketmemişiz. Öyle araba alacaksan "Aman İstanbul'dayız, parkı sorun olur, parçası zor bulunur" yok. Aman Opel Corsa'dır, Renault Sembol'dür falan gelmez sofistike avcısına. Kendini sofistikeye adamış bir bünye bir Pontiac, bir Freelander peşinde koşar.

Yalnız burda önemli bir nokta var. Son model bir BMW sofistike değildir. Çok para harcamakla karıştırmayalım. Burada aynı, veya çok daha az miktarda farkla elde edilebilecek şeylerden bahsediyoruz. Misal Pontiac 1990 model, Freelander ise tüplü ise sofistikedir. Sofistike tasarrufa bakmaz ama çok para harcamaktan da kaçınır.

Şimdi bu taylan biraderler yeni eve taşındı malumunuz. Nöbetçi temizlik uzmanı olarak ben de olay yerindeydim. delimezar dedi ki "depik sana ne lazım?". Dedim "Çamaşır suyuynan vileda sopası". Ben gitmiş beyaz bidonda bildiğin çamaşır suyu, kırmızı vileda sopası beklerken delimezar jel çamaşır suyu almış. "Olum" dedim, "neden bildiğin, sıradan çamaşır suyu almadın?". delimezar'dan yanıt geldi: "Çünkü bu daha sofistike!". Vileda sopasını da metale benzeyen grilerden almış.
Şok mok ama daha sofistike değil mi? Şişesi bile değişik

Sofistike böyledir. "Şu sofistikedir" denilemez ama "şu daha sofistike, onu alalım" denir.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Sahurda kendimiz!

Merhabalar sevgili Evde kendimizciler. Ramazan coşkusunu iliklerimize kadar hissettiğimiz şu mübarek günlerde sizlerle birlikte olmak ne büyük bir mutluluktur. Çalışan bir insan olduğumdan dolayı gündüz programlarını izleyemiyorum ama eminim ki şu sıralar en büyük gündem maddesi ramazan, dolayısıyla oruçtur. Mevsimlik işçiler, Zekeriya Beyaz olsun, Nihat Hatipoğlu olsun, şimdi kanaldan kanala koşmakta ve "Orucum bozulur mu?"sorularını yanıtlamaktadır. İstedim ki benim de çorbada tuzum olsun. İlahiyatçı gömleğimi giyip Sık Sorulan Sorular (Frequently asked quensitons) hazırladım ki, orucunuz bilinçli, hayırlı ve sağlıklı olsun. Buyrun efendim...
Oruçlu olduğumu unutup bir bardak su içtim. Orucum bozulur mu?
Hayır, bozulmaz. Bunlar Cenab-ı Hakk'ın müminlere ikramlarıdır.

Oruçlu olduğumu unutup bir bardak su içiyordum. Yarısında aklıma geldi, durdum ama sanki bir damla falan kaçtı gibi. Orucum bozulur mu?
Valla ne desem yalan olur. Fakat gidiş yolundan bozulmaz gibi geldi bana.

Oruçlu olduğumun farkındaydım. Gittim hayvan gibi bir litre su içtim. Orucum bozulur mu?
Oha!

Oruçlu olduğumu unutup bildiğin öyle yemeği yedim. Orucum bozulur mu?
Orucun bozulmaz ama sen bir doktora falan görün yine de.

Anne ve babamla sahura kalkıyorum ama oruç tutmuyorum. Annem buna bozulur mu?
Öğrenirse çok bozulur. Anneni kandırabilirsin ama Allah her şeyi görür. Şüphesiz ki o... görür yani her şeyi.

Kalp hastasıyım. Haplarımı kullanmam gerekiyor. Oruç tutmam gerekiyor mu?
Hayır teyzeciğim. Siz oruç yerine bir fakiri doyurun ve fitre verin. Eğer kalbiniz düzelir ve haplara ihtiyacınız kalmazsa sonradan kaza edersiniz oruçlarınızı.

Oruçlu olduğumu unutup bir bardak su içtim. Sonradan aklıma geldi ama hoşuma da gitmedi değil hani. Orucum bozulur mu?
Heh heh heh... Hadi bakalım...

Sahuru Edirne'de, iftarı Kars'ta yapsam kaç dakka kâr ederim?
Çakaaaaaaaalll

Şimdi havalar sıcak malum. Her yerde mini etekliler dolaşıyor. Kızların bacağına bakıyorum. Orucum bozulur mu?
Bozulmaz ama pek de bir şey bekleme öbür tarafta.

Oruçluyken osurdum. Abdestim bozulur mu?
Namaz abdesti mi? Boy abdesti mi?

Orucumu sincapla açabilir miyim?
Sincap mı? Ne sincapı? Sincap ne arar la iftarda? (sincap ne komik kelimeymiş ya)

Uzun yolculuğa çıkacaktık. Sonradan kaza yapabilir miyim?
Alkollü ve dikkatsiz kullanırsanız kaza yapabilirsiniz? Mutlaka emniyet kemerinizi takın.

Oruçluyken sevişilir mi?
Sevişecek kız buldun da, orucu kaldı.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Kıyı Köşe Lezzet Durakları 005: İmrahor köfte

Kıyı köşe lezzet duraklarına uzun süredir bir mekan ekleyememiştik. Geçen gün AOE ile delimezar'ın evinin bir kısmını taşımamızın dönüşünde bir ağız şenliği yaşadık. AOE de hemen "yazsana lan burayı" dedi kabaca. Depik yazsın anasını satayım...

Efendim artık elimiz para gördüğünden dolayı yok öyle köfte, pilav arabasıymış, sokak arasıymış yok. Adam gibi dükkanda yiyoruz artık yemeklerimizi. İmrahor köfte de bu sınıf atlamamızın simgelerinden biri. Peki nerede bu köfteci? Valla ben de tam yerini bilmiyorum. AOE'lerin eski evinden yeni eve giderken sağda. İmrahor oraların adı zaten. İmrahor cami var hemen yanında da. Bu Üsküdar'da yazıhaneler yok mu? Ha işte orda böyle dümdüz gidince bir yokuşun başına geliyorsun. Doğancılara doğru çıkan bir yokuş o. O yokuşu 300 metre falan çıkınca hemen sağda.
(İmrahor Köfte'nin sunduğu ayrıcalıklardan biri: otururken cep telefonunuzla görüşme yapabiliyorsunuz!)
(delimezar ve AOE ne kadar da mutlular değil mi?)
(Bu arada lokantanın içindeki dev ekranda maç keyfine dikkatinizi çekerim)

Gördüğünüz gibi mekan çok elit bir mekan. Öyle paçoz paçoz giremezsin. O sebepten biz dışarı oturduk. Önünde çok geniş bir açık alanı var. Ailenizle ve dostunuzla rahat rahat yemek yiyebilirsiniz.

Menümüz çok geniş. Köfte var. Soğanlı, soğansız, acılı, soslu falan köfteler var. Fakat burasın bir dükkan olduğu için, tüm o çeyrek ekmek, yarım ekmek gibi seçeneklerin yanında porsiyon köfte de yiyebiliyorsunuz. İçecek menüsü de çok zengin. Her türlü meşrubatın yanında otantikseverler için şalgam ve klasikçiler için ayran da bulunuyor. Üstelik ayranın şişe ve kutu seçenekleri de mevcut.

Gurme olduğum için yemek yerken şef aşçıyı masamıza davet ettik. Yemek yerken sorular falan soralım diye. "Bu soğanın kekremsi bir tadı var, nasıl elde ediyorsunuz bunu?" diye sordum. Şef "Kekremsi ne abi?" dedi. Sonra "Aslında bu köftenin yanında 1984 Cabernet daha güzel olur" dedim. "Abi şalgam vereyim?" diye yanıt verdi.

Kız kulesine yakın yerlere servisleri var. Brandayı çektik o kadar. Numara yazıyor orda. Sipariş verirseniz Evde kendimizden önerdiler deyin. İndirim yapacaklardır (pay alıyorsak şerefsizim).

Sıcak aile ortamı, kalitesi ve lezzetli köftesiyle İmrahor Köfte bizde çok iyi bir izlenim bırakıyor.

İmrahor Köfte'nin notu:

Lezzet: *****
Fiyat/kalite: ****" (Elit olduğu için fiyat yükseliyor tabi. Zaten delimezar ödedi, ben bilmiyorum fiyatları)
Ambiyans: *****

fotoğraf: ben çektim.
oturanlar (soldan sağa): delimezar, AOE
ayaktakiler: depik (ama fotoğrafı ben çektiğim için görünmüyorum)

6 Ağustos 2010 Cuma

Evde kendimiz'den Başka Bir Büyük Hizmet

Bu sıcak günlerde evdekendimiz yine takipçilerini unutmadı. Zengin fakir demeden herkese sınırsız serinlik.


BUZ RESMİ




Bu da depik için(kızlı resim)


5 Ağustos 2010 Perşembe

Kirlenmek güzelmiş

Otomatik çamaşır makinesi deterjanı reklamı var kirlenmek güzeldir diye. Çocuklar oyun oynuyor, çamurlara yatıyor ve çılgınca eğleniyor. Sonra eve döndüklerinde anaları bunları görünce gülümsüyor. Hatta bazıları gaza gelip yaşına başına bakmadan çamura dalıyor. Tam bir mutluluk tablosu...
İlkokul yılları... Siyah önlükten mavi önlüğe yeni geçilmiş. Bir gün okul çıkışı yağmura tutuluyoruz. Hayatımın aşkıyla beraber evlerimize gidiyoruz. Tabi kızın bundan haberi yok. 7 yaşındaki bir çocuğun hayatının aşkı da pek olur ama. Ben yanlışlıkla çamurlu suya basıyorum ve kızın eteklerine çamur sıçrıyor. Sevdiceğim kızıyor ve o ayağıyla bana çamur sıçratıyor. Fakat ilginçtir beni çamurladıktan sonra keyfi yerine geliyor. Coşkun bir bünye olarak ben de gaza geliyorum ve bunu boydan boya çamurluyorum. Arkadan gelen arkadaşlar da bu eğlenceye katılıyor ve aynı o reklemlardaki ortam yaratılıyor.

Aksi gibi o sırada yağmur kesiliyor ve biraz hevesimizi aldıktan sonra üstümüz başımız çamur içinde yola devam ediyoruz. Bende böyle bir rahatlık, bir mutluluk eve varıyorum. Birazdan annemle karşılaşacağız. Annem beni görüp "Ah bu afacan çocuklar" dermişçesine gülümseyecek. Üstümü çıkardıktan sonra banyoya sokup köpükler içinde yıkacayacak. Sonrasında da portakal suyu içip metal kutuda satılan küçük kurabiyelerden yerken gülmekten çatlayacağız. Zaten sevdiceğiyle beraber çılgın bir gün yaşamış olan ben de mutluluktan uçacağım. İşte yıllar öncesinden o reklamı hayal eden ben.

Eve varıyorum. Annem beni görüyor. Şaşkınlıktan bir-iki saniye kalakalıyor. Sonra beni bir dövüyor ki, ben hayatımda böyle dayak yemedim a dostlar.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Nasıl oldu da şey oldu: İzafiyet

Yeni bir yazı dizisiyle karşınızdayım sayın Evde kendimizciler. Sizin de bildiğiniz gibi akademik çevrelerde eski zamanlara dair beyin yormamla ün salmışımdır. Bugün misal, Jakarta Teknik Üniversitesi'nden herhangi bir hocaya "depik?" deseniz alacağınız cevap "what?" olacaktır. Biraz daha ısrar ederseniz güvenlik görevlilerini çağırır.

Ha nedir bu yazı dizisinin konsepti? "Ulan biz şimdi kuşburnu çayı içiyoruz ama ilk kim buldu lan bunu?", ya da ne bileyim, "Ulan bu adamın nasıl aklına geldi de yaptı bu buluşu?" gibi soruları cevaplamak. Şimdiden söyleyeyim, tüm akademik araştırmalarda olsun, efendime söyleyeyim, makalelerde olsun bu yazılarımı kullanmak serbesttir. İzin verdim anasını satayım, tepe tepe kullanın. Referans bile göstermeye gerek yok. Ha sonra "Vay efendim depik, senin yüzünden ordinaryus olamadım" demeyin.
İlk konumuz izafiyet. Biraz daha Türkçe'si görelilik. Hepiniz okumuş etmiş insanlarsınız ama ben yine de biraz açıklayayım. Görelilik Albert Einstein'ın bulduğu bir şeydir. Bu kadar yavaş ortamda zaman herkes için aynı ama, ışık hızı civarlarında öyle değil işte. Oralara çıkınca işler değişiyor. Olay tamamen ışık hızının geçilemeyeceği, ışık hızını geçen maddenin enerjiye dönüşeceği fikri üzerine kurulu. Bağıl bile olsa ışık hızından hızlı bir şey olamayacağı için hız/zaman/mekan olayları sapıtıyor bir yerden sonra. hala teori olmasının sebebi de ışık hızına çıkıp deneyemediğimiz için ıspatlanmaması.

Tabi Einstein göreliliği sadece kuantum fiziğinde değil, sosyolojik olarak da irdelemiş, kurcalamış. "Neye göre, kime göre?" lafını bulmuş. Peki nerden icap etmiş?

Şimdi efendim zamanında küçük Albert bir bayram günü dedesinin ve babaannesinin elini öpmek üzere evlerine gidiyor. Yaşı 4-5 civarları. Tabi sülalenin en büyükleri olduğu için evde bir sürü çoluk-çocuk, torun-torba dolaşıyor. Albert dedesinin elini öpüp bayram harçlığını aldıktan sonra halasını görüyor, onun da elini öpüyor. Sonra diğer halasının oğlu gelip elini öptüğü halasına "Teyze" diyor. Haydaaaa... E bu hala, Wolfgang ise teyze diyor. Sonra aynı çocuk Albert'in babaannesine "ananne" diyor. Durumu idrak edemeden diğer dedesinin evine gidiyorlar.
Küçük Albert

Orada da dayısının oğlu Şvaynştayger, Albert'in anneannesine "babanne", diğer dayısına da amca diyor. Albert kendine gelemeden enişte dediği adama babasının "Yav bacanak nasıl koydular Borisyamönşşengladbaha. Zaten Borisyamönşengladbah diye takım mı olur ya?" demesiyle iyice ağlamaklı oluyor.

Albert akıllı çocuk. Yolda evlerine göre giderken kendi kendine diyor ki "Benim halam Wolfgang'ın teyzesi, dayım ise Şvaynştayger'in amcası. Benin annannem birinin babannesi. Bu işin daha kayınçosu, bacanağı, eltisi, görümcesi var. Demek ki her şey göreceli!!!".

İşte modern fiziğin temelleri burda atılmıştır.

Bu arada her zaman, o an için son yazılan yazıya yorum göndererek bu yazı dizisinde açıklamamı istediğiniz konuları sorabilirsiniz.