30 Nisan 2009 Perşembe

Kıyı Köşe Lezzet Durakları 003: Umut Köfte Salonu - Şarköy Şubesi

Geçen haftasonu bir arkadaşımızın evlilik seramonisi vesilesiyle ufak bir Gelibolu ve Çanakkale turu yaptık akademiden arkadaşlarla. Babalarımızdan yıllar yılı gördüğümüz üzere sabahın kör vaktinde yola çıkalım dediysek de ancak saat 9:30 10:00 arası bir saatte İstanbul'dan ayrılabildik. Malum yola erken çıkacak ve yol üstü "salaş" (bu nokta önemli) bir mekanda kahvaltı edecektik. Tabi saat geç olunca beklenti de giderek arttı. Derken seçimler, spor, din ve hamaset muhabbetleri eşliğinde bir bakmışız Tekirdağ'a, ardından da Şarköy'e gelmişiz. Tabi haliyle herkes de isyan bayrağını çekti. Ben oturacağımız mekanın "Salaş" olması konusunda diretirken, bazı fevri arkadaşlar "...im salaşını, yetti artık oturalım bi lokantaya" gibisinden nidalar atmaya başladılar. Neyse sözün özüne gelirsek, Şarköy - Gelibolu yolunun bilmemkaçıncı kilometresinde Umut Köfte Salonu imdadımıza yetişti.

"Mekanın "Ulusalcı" tavrı bazı arkadaşlarımızı rahatsız etmedi değil"

Umut Köfte Salonu salaş olma konusunda benim beklentilerimi tam olarak karşılamasa da ev yapımı sucuklarının olması bir nebze umutlandırmadı desem yalan olur. Öncelikle salonu şöyle bir süzdükten sonra dışarıda 3 yöre amcasının da oturduğu açık mekanda oturmaya karar verdik. 3 amcanın yanı sıra bir de mekanda fink atan kedimsi yaratığın da olduğunu vurgulamak isterim... Oturduğumda göz göze geldiğim sucuklardan da tatmam gerektiğini o anda anladım. Bir porsiyon köftenin 4 Ytl olduğu mekanda sucuk da aynı fiyattan satılmakta. Ancak servis konusunda biraz yavaş oldukları da yadsınamaz bir gerçek. Servisin yavaş olduğunu "Yadsınamaz bir gerçek" olarak vurgulamam çok saçma oldu sanırım. Ama çok geç geldi köfteler cidden. Yoksa bu kadar üzerinde durmazdım. Yani köfte sonuçda.

Neyse malum lezzet konusunda bu "salaş" Trakya durağımız beni pek tatmin etmedi. Köftenin yapımında köfte harcı kullanılması bir yana sucukların fazla tuzlu olması beni gerçekten hayal kırıklığına uğrattı. Sonuç olarak ayranlar ve ayran kapaklarından aldığımız performansın paha biçilmez olması bir nebze bizi memnun etti doğrusu...
"Salaş bir mekan olması domateslerin kafam gibi doğranması gerektiği anlamına gelmiyor. Biraz özen lütfen."

Tabii ki Çanakkale turumuzun devamında başımıza neler geldi, bunları da ilerki yazılarda sizlerle paylaşacağım.

"Keşke" lerle yaşamamak üzere...

Böyle söyleyince daha bi' şey oluyo: Hayata gözlerini yummak

Hepimiz faniyiz bu dünyada. Rabbülalemin bize bu dünyada belli bir süre veriyor ve devamını öte dünyada yaşayacağımızı söylüyor. Yani herkes ölecek arkadaş! İsviçreli bilimadamları ne yaparsa yapsın bu değişmeyecek.

İşte bu göçme sırasında bazılarımız ölüyor, bazılarımız geberiyor, bazılarımız ise hayata gözlerini yumuyor veya son nefesini veriyor. Şimdi bu konudan bahsederken ben kimseyi şey etmek istemem ama durum şöyle: herkes ölmüyor. İnsanın niteliğine göre değişiyor durum. Normal insan ölür, biraz kibarsa vefat eder, kötü bir insan geberir, biraz meşhursa hayata gözlerini yumar. Çünkü yayın organlarında "öldü" demek uygun değildir. Bir de öldü dersen çok vurucu olur. O yüzden biraz hafifleterek "falanca ünlü şarkıcı hayata gözlerini yumdu" dersen sevenleri falan biraz teselli bulur. Böyle söyleyince daha bi' şey oluyo.

(son nefesini verip hayata gözlerini yummuş(combo))

29 Nisan 2009 Çarşamba

Anket değerlendirmesi: 13. Dalgada Kimler Gözaltına Alınır?

İnternet kullanıcılarının gündem hakkında fikirlerini almaya devam ediyoruz. Tarhan Erdem'i geçtik şerefsizim. Bu sefer de, başımıza bir şey gelmesin diye ismini açıkca söyleyemediğimiz, bir soruşturma hakkında fikirlerinize başvurduk.

Vurmaz olaydık a dostlar! Gerçi eski anketlere göre biraz daha düzelme var gibi. Yine de yeterli görmüyorum bu noktayı. Hemen sonuçlara geçelim. Malum soruşturmanın savcısı Zekeriya Öz en çok oyu alan isim. Bu tuzak şıkkımıza rağbet büyük. Bir soruşturmanın savcısı o soruşturmada gözaltına alınmasından gençliğimizin apolitik olduğunu çıkardım. Biraz zorlandım ama çıkardım.




İkinci sırada Sadri Yıldız ve Sayın Hüsamettin Cindoruk var. Sadri Yıldız'ın bu kadar oy almasından gençliğimizin bu soruşturmayı çok ciddiye almadığını çıkardım. Konuyu Sayın Cindoruk'a açtığımızda kendisi yine çok üzüldü. Tam üzüldüğü sırada resmini de çektik. Cindoruk zar zor şunları söyleyebildi: "yıllarımı vermiştim... yıllarımı..."





(fotoğraf: okan bayülgen (o da fotoğraf çekiyor ya))

28 Nisan 2009 Salı

GO ON LONDON BOYZ DON'T CRY FOR ME A RIVER PLATE!

Merhabalar;
parçalı bulutlu ruh hallerini yansıtan başlığımla evde kendimiz ve blog okuyanlarına selamlar diyorum.

Haftasonu; üniversitede en son bu evlenir dediğimiz arkadaşımızı Çanakkalede evlendirdik, piyanist şantör 94 dünya kupası finalinde penaltıyı kaçırmış Roberto Baggio maalesef mikrofana eğilip damadın PES arkadaşlarını piste davet ediyoruz demedi ,diyemedi kendisi yorgandaki keneleri kopardı ama gene kene vardı, bu arada haftasonu pikniklerde kene çeteleri baş gösterirken Meksikada domuz gribi patlamış, neyse haberlere takıldım dünya haritası açıldı,bu virüs Meksika'dan Amerikaya sıçramış ordan da Yeni Zelendaya, tamam bizden uzak görünüyor da haftasonu bütün Anzaklar Çanakkalede; ufaktan tırstım demesem yalan olur.. Neyse ki bir Anzakla münasebetimiz olmadı, ama düğün dönüşü arkadaşların (aralarında AOE de mevcuttu :P) gece 1 de şehitliklere Anzak avına gitmek istemesinin asıl sebebi hayatlarında bir keşkeye daha yer olmamasıydı ki gecenin bombasıydı.

Başlıkla ilgisi olmayan hayat hikayeme devam ederken ; bugün 5 aydır Londrada bulunan ev arkadaşım 2 t-shirt ve 1 forma ile dönüyor. Tabiki Arsenal t-shirtleri, salı ve çarşamba akşamları London takımlarına şampiyonlar ligi yarı final ilk maçlarında başarılar diler ; Turkcell Süper Ligin son 5 haftasını , Fortis Türkiye Kupasını, NBA'i , F1'i , Avrupadan Futbolundan Seçmeleri , yaz geliyor malum güzellikleri ve tatil mekanlarını önümüzdeki bloglarda paylaşmak dileğiyle der ve herkese anasonlu,arpa sulu günler dilerim..

23 Nisan 2009 Perşembe

Hoşçakal, Eyvallah yada Görüşürüz gibi

"Vedalaşmak bir sanattır." Çok iddialı oldu sanırım. Reklam sıloganı misali sanki. Ancak bu veda sözcüklerinin hangisini kime karşı ve ne zaman kullanacağımız, bu laflarla neler ima ettiğimiz hala birer soru işareti kafalarda. Neyse veda sözcüklerinden dem vuracağım bugün. Yine yoğun bir araştırma ve kamuoyu yoklaması sonrası elde ettiğim veriler ve bunları belli formüllere yerleştirerek yaptığım hesaplamalarla elde ettiğim sonuçları sizlerle paylaşayım. En az tercih edilenden en fazla kullanılan sözcüklere doğru yaptığım sıralama ve bunların altındaki anlamlara gelelim.

6-ELVEDA
Belki kimimiz hiç kullanmamıştır bu lafı. Kullanmaz tabi. Neden? Çünkü film sözcüğüdür elveda. Öle her önüne gelene söylenen cinsden bir laf değildir. Arkadaşa karşı kullanılmaz bana göre. Arkadaş yani en nihayetinde. Tabii aranızdaki hukukun ne seviyede olduğunu bilemeyeceğim ben. Elveda demek can almak gibi birşey gibi sanki. Koparıp almak karşındakinin kalbinin yarısını, deşmek hatıraları, yakmak fotoğrafları,... Neyse romantik cini girmeden devam edelim.

5-SEE YOU

Siyu, siu, seeu gibi yazımları olmasına karşın söylenişi ağızdan bir çırpıda siu olarak çıkıyor. Genç dimağların ingilizce eğitim sürecinde sıklıkla kullanıp sonrasında da kurtulamadıkları bu kelimenin daha çok emesen dediğimiz chat aplikasyonunda kullanıldığını görüyoruz. Hatta yeri geliyor bunun sonuna bir de "Later" (leytır) getirerek de kullanabiliyorlar. Kelime anlamı olarak bakarsak; See: Görmek, You: Sen, Later:Sonra manasına geliyor. Parçaları birleştirdiğimizde "Ben seni görürüm. Görürüm ben seni sonra. Çıkışda görüşürüz. Alırım façanı aşağı" gibi anlamları çıkacak gibi olsa da, görüşürüz yada sonra görüşürüzden fazlası değildir.

Jessica ve Tanya: Her an "See You" diyebilecek potansiyele sahip iki insan
4-SELAMETLE
Ben şahsen bu lafın daha sık kullanıldığını düşünüyordum. Ancak arkadaşlarımızın muhtemelen fazla muhafazakar kesimin yaşadığı semtlerde yapmamışlar anketleri ondan olacak. Diğer tarafdan da son seçimleri de hesaba katarsak bu sözün kullanımının da azaldığını varsayabiliriz. Anlamı üzerinde durusak da Selametle; selamet içinde kal, Allah kazadan beladan korusun mahiyetinde bir iyi niyet temennisi oluyor.


3-HOŞÇAKAL
Geldik bir can alan, içi içini yiyen bir veda sözcüğüne daha. Normalde çok masum duran bu söz yeri geldiğince insanı sakat bırakabilecek bir yapıya sahipdir. Masumane kullanıldığı zaman şirin bir "hoşcakal"dan ibaret iken, işin içine pislik bulaştığında oldukça ölümcül olabilir. Farz-ı misal iki sevgili düşünün. Tartışmışlar falan sonra biraz sular durulmuş gibi olmuş ama hala bir belirsizlik var. Neyse muhabbetler bitmiş ayrılma vakti gelmiş ve hanım kızımız hafif boynunu bükerek o kelimeyi (kullanmak istemiyorum. Bu sorumluluğu alabileceğimi sanmıyorum şu anda) söylüyor ve ayrılıyorlar. Kızımız haliyle çok mesut. "Ne laf ettim ama" gibisinden düşüncelerle, belki arkadaşlarıyla buluşacak, belki gününü gün edecek. Ama o masum, naif delikanlı kız arkadaşının, sevdiği kızın, ilk göz ağrısının, al yazmalı, sırma saçlısının neden bu lafı ettiğini düşüne düşüne bir izmaritden bir izmarite, efesden yeni rakıya yelken açacaktır. Saf delikanlımız "Ne demek istedi? Acaba canına mı kıyacak?" diye düşünürken hanımkız çoktan delikanlının canına kıymıştır da kendisi onun farkında değildir.

2-KENDİNE İYİ BAK (aka: Kendine Dikkat Et)
Zirveyi "eyvallah" sözüne son anda kaptıran bu kalıp da ingiliz okurlarımız için "take care of yourself" anlamına gelmekte. İfadeye "Ben kendimden çok seni düşünürüm. Nasıl olsa bana birşey olmaz. Ben eski toprağım. Git kendini daha çok sevdirmeden" gibi manalar katabilen bu söz öbeği kullanıldığı yer ve zamana göre acımasız da olabilir, gayet içden bir hava da katabilir. Zaten hergün kullandığımız bir kalıpdır fazla bir kelamım yoktur bu hususda.

1-EYVALLAH
Ve geldik zirveye. Uzun bir lig maratonunun sonunda... Pardon. Eyvallah diyorduk. Bir tarafdan hamdolsun sözüne de göz kırpan bu sözcük muhtemelen arapça kökenli bir kelime. Sevgili arasında söylendiği pek görülmemiştir. Son yıllarda memleketimizde yayılan "ılımlı islam" anlayışına paralel olarak dilimize yerleştiğini düşünüyorum. Vedalaşma babında da kullanılan bu söz, size söylenen bir iltifat sonrası da kullanılabilir. Saolasın manası da taşıyabilir yeryer. Bir örnekle açıklayacak olursak.

-Abi helal olsun sana yav. Ne kamil adamsın.
+Eyvallah kardeşim. (Bu kardeşim sözü de karşıdakini onure etmek için söylenmiştir. Çok sık kullanılması taraftarı değilim. Samimiyetini kaybediyor yoksa.)

Bugün 23 Nisan, bir garip oluyor insan


Sevinin küçükler, övünün büyükler diyerek dünyanın tek çocuk bayramı olan "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı"nı canı gönülden kutlar, miniklerin gözlerinden öper, kendilerine bu bayramı hediye eden insanı unutmamalarını dilerim. Canlarım benim!

Reel ekonomi 004: "Sileyim mi abi?"

Uzun süren araştırmalarımızın sonunda yine bir "Reel ekonomi" yazısıyla karşınızdayım efendim. Ekonominin sokaktaki yansımalarıyla karşınızdayım yine. Bugünkü konumuz ise kırmızı ışıklarda arabalarımıza bir gelin arabasıymışcasına atlayan cam siliciler.

2008 ekonomik krizi her sektör gibi silicileri de etkilemiş. Capital dergisinin ayrıntılı araştırmasında sektörde 2008 yılında, 2007 ye göre, değişen pek de bir şey olmamış. Konuyu Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu "Standart&Poor's"a sorduğumuzda "Arkadaşım, biz kredi derecelendirme kuruluşuyuz. Misal Türkiye'nin notu BB den BB-'ye döndü bu ay. Sizin sorduğunuz konunun bizimle alakası yok." cevabını aldık. "Abi ekonomist adamlarsınız, hiç olmazsa biraz anlarsınız" diye ısrar ettiysek de durum değişmedi, Türkiye'nin kredi notunu CB ye düşürdüler. Dünya Bankası'nın verilerine göre ise sektörde istihdam oranında artış, kâr marjında büyük bir düşüş var.

Ekonominin patronlarından sonra sektörün gerçek kahramanlarıyla incelememize devam edelim. Edelim etmesine de, açıkcası nedenini anlamadığımız bir şekilde, çok fazla yetkin isimle görüşemedik bu konuda. Çok fazla konuşmak istemediler bizimle. Sektörde yeni ama umut vaadeden isimlerden Erhan Çakar mikrofonlarımıza şöyle konuştu: "Geçtiğimiz yıllara oranla kâr marjımız gerçekten çok daraldı ama bunu daha çok çalışarak telafi etmeye çalışıyoruz. Amerika'daki mortgage faizlerinin düşmesi bizim işlerde de bir dalgalanma yarattı. Elin gâvurunun ev faizi bizi niye etkiliyor, anlamıyorum amunagoyun"

Sektöre yeni giriş yapan ve farklı tarzıyla göze çarpan Şeyda Güvenci ise "Sektörde bir daralma gördüm ve bir yenilik getirerek bu daralmanın aşılacağını düşündüm ve hızlı bir giriş yaptım. Arabaların üzerine atlamak yerine kibarca hizmet isteyip istemedikleri soruyorum. Kıyafetlerim temiz ve düzgün, mutlaka önlük ve eldiven kullanıyorum. Tecrübesizliğime rağmen başarılıyım diyebilirim. 3 kere falan arabaya alınıp kuytu yerlere götürüldüm." diye konuştu. Şeyda hanımı çok uyandırmadan yanından uzaklaştık.

Ağzından zar zor laf aldığımız, fotoğraflarının çekilmesine ise izin vermeyen bazı tecrübeli isimler, 2009 yılının 4. çeyreğine kadar bir hareketlenme beklemediklerini belirttiler. Bu durumdaki tavsiyeleri mevcut durumu ve yerlerini korumak üzerine.

Bir Reel ekonomi yazısı ile daha karşınızdaydık. Ben depik, ışıklardan bildirdim...

(fotoğraflar: Ara Güler)

21 Nisan 2009 Salı

Futbol Programları ve "Masa"lar

Yıllar yılı memleketimizde spor, özellikle de futbol üzerine konuşuldukça konuşulası, tartışıldıkça tartışılası bir fenomen. Hatta yer yer komedi programlarını kimi zaman da siyaset programlarını aratmıyacak nitelikde kaymalar da oluyor bu saatlerce süren programların formatlarında. Gelgelelim konuğudur, tarzıdır bir kenara benim en çok ilgimi çeken tarafları ise bu programlarda kullanılan masalar. Bu yazımızda da bu programlarda kullanılan, yer yer ufak yer yer de devasa boyutlarıyla masaları ve bu masaların neler ifade ettiklerini, programın psikolojisini nasıl etkilediğini irdelemeye çalıştık.

STADYUM
İlk olarak malum devlet televizyonumuz TRT'nin stadyum programına yer vermek istiyorum. Maçlardan sonra ilk olarak özetleri izleyebildiğimiz bu spor programımızda kadro Kollektif Ömer, Yakışıklı sunucu, Mehmet Demirkol ve taze spor yorumcumuz Hakan Şükür'den oluşmakta. Masamıza baktığımızda daire biçiminin öne çıkarıldığını görebiliriz. Bu yuvarlaklık bize "Biz sert yorumlardan kaçınırız. Fazla sağa sola bulaşmadan yorumumuzu yapar kenara çekiliriz" ifadesi vermeye çalışmakta. Diğer tarafdan da masanın yorumculara bakmaya tarafına, yani izleyicilerin olduğu tarafa baktığımızda ise, o kısmın, cam yada mika misali şeffaf bir malzemeden yapıldığını görebiliriz. Bunun da muhtemelen "Biz mevzulara olabildiğince şeffaf ve objektif yaklaşmaya çalışıyoruz" anlamı vermek için yapıldığını düşünüyorum. Son olarak da masanın mavi ve gri renklerden oluşması da programın ılımlı çizgisine gönderme niteliğinde.

MARATON
İkinci olarak da ilk göz ağrımız, Cine5 döneminden şifresiz kanallarda takip ettiğimiz, şimdilerde ise ancak Lig TV ve Digitürk üzerinden izleyebildiğimiz Maraton programını ele alalım. Senelerin duayen yorumcuları Şansal Büyüka ve Erman Hoca'nın sunduğu program bu iki koca adamdan mütevellit. Erman Hocanın pastırmalar, kamzımallar arasında geçen yorumlarını yaptığı programın masası sanırım geçen zamanlarda değişmiş yanda da görüldüğü gibi. Öncelikle masanın bu katmanlı halinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Muhtemelen bu masanın 5 katlı bir yapısı olması "Siz yokken biz vardık. Biz senelerimizi verdik bu işe. Kolay değil o kadar sene program yapmak" gibisinden bir vurgu yaparken en üstteki çim sahalar misali yeşil renk ise "Biz alaylıyız" manası taşımakda diye düşünüyorum. Masanın yuvarlakdan bozla biçimine gelicek olursak da "Bu alemde Şansal-Erman gerisi yalan." gibi bir hava katmakda stüdyoya.

BİZİM STADYUM
Gelelim senelerin bir başka duayeni Faik Çetiner'in programına. Bu programda seneler boyunca o kadar çok yorumcu yer aldı ki, bi insan evladının hatırlayabileceği gibi değil. Son zamanlarda takip edemedim ancak, Ömer Çavuşoğlu-Aziz Üstel ikilisi, İhsan Kalkavan başı çekmekle beraber, Bülent Yavuz, Abdürrahim Albayrak ve daha niceleri bu programda ara ara karşılaştığımız isimlerdi. Şimdilerde Kanaltürk'de yayınlanan programın stüdyosuna şöyle bir göz atarsak, arka fonra tuğlalı bir dekor, malum dev ekranlar, ortada Faik Baba ve önünde de malumunuz masamız. Renk beyaz: senelerin getirdiği tecrübeyi ve güveni temsil edercesine. Faik Baba'nın olduğu kısım siyah renkli olarak onun ulaşılmazlığına, büyüklüğüne, birleştiriciliğine gönderme yapıyor. "Yorumcular siz ne derseniz deyin ben varmı burda arkadaş" dercesine kendisini yüceleştiriyor. Bu fotoğrafda da gördüğümüz gibi bir yanda -adını hatırlayamadığım- bir kişi diğer yanda da -sünepe- 3 yorumcu. sanki sorguya çeker nitelikde. "Adam mısınız lan siz? Hepinizi çakmak cebimden çıkarırım ben sizin" gibi bir tat olmuş studyoda(yoda).

90 DAKİKA
Ve geldik yine bir duayen topluluğuna daha. Geçtiğimiz senelerde hayatını kaybeden Kenan Onuk sunardı bu programı. Onun vefaatından sonra Fuat Akdağ'ın sunmaya başladığı programın konukları da Hıncal, Haşmet ve Mehmet Yılmaz. Fotoğrafda da görüldüğü üzere yeşil bir fon ve fonla masa arasında geniş bir boşluk ve siyah bir platform üzerine oturtulmuş masa ve programcılarımızı görüyoruz. Öncelikle masanın bu yay gibi şeklinden başlamak istiyorum. Yay bildiğiniz gibi bir doğrunun hafif bükülerek şekil değiştirmesinden de elde edilebilir. Bur da da farklı takım taraftarı olan, yer yer de farklı görüşlerde olan yorumcularımızın bunları saygı çerçevesinde dile getirdiklerini anlatır nitelikde bu şekil. Kısacası diyorlar ki "Yeri gelir farklı görüşlerde oluruz, yeri gelir bir doğru üzerinde birleşiriz". Masanın haki yeşiline kaçan rengi ve masanın zemininin oturduğu siyah rengi de ele alırsak; siyah yorumcularımızın entellektüel birikimlerini tasvir ederken, bunun üzerine oturmuş yeşil renkli masanın, futbolun bu entellektüel birikimin sadece bir parçası olduğunu anlatmak için tasarlanmış gibi. "Yeri gelir futbol konuşuruz yeri gelir curling." gibi bir anlam çıkardım ben şahsen kendim.

SANTRA
Maçın başlangıcını ifade eden santra kelimesini kendilerine isim edinen bu programı da Fikret Engin sunardı. Şimdilerde tv8'de dünyanın en saçma spor programlarından Bay Tahmin'de Murah Özarı'yla Teoman'a laf atmakla meşgul olduğundan, halen Santra'yı sunuyor mu bilemeyeceğim...(1 dk. ara) Evet ufak bir araştırma yaptım, devam ediyormuş kendisi. Bir zamanlar Kazım Kanat, Ahmet Çakar gibi isimlerin de yer aldığı programda şimdilerde Selçuk Manav, Selçuk Yula, Cüneyt Tanman ve Mustafa Çulcu gibi isimler yer alıyor. Kadrodaki bu dağınık hava stüdyoda da kendisini fazlasıyla hissettiriyor. Görüldüğü gibi heryer oldukça canlı ve şıkır şıkır. Ciddiyet seviyelerini fazlasıyla hissettirir nitelikte. Ana objemiz, canımız kanımız masamıza gelicek olursak, onun da genel havaya paralel olarak parçalı hali gözlerden kaçmıyor. "Her an dağılabiliriz" havası Fikret'in kendi başına oturduğu parçada da "Ben zaten başka bi' program daha yapıyorum. İstesem dakkasında giderim. Masayı da aradan çekerim. Siz masaları birleştirim bi çaresine bakarsınız artık." anlamını kuvvetlendirir nitelikde. Dikkatlerden kaçmayan yoğunlukla kullanılmış olan açık yeşil renk de programın konsantrasyon seviyesine vurgu yapmakdan geri durmuyor.

3. DEVRE
Gelelim İlker Yasin'in yeni formatıyla devam eden programına. Bu sene her hafta futbol dünyasının önde gelen ki ismini programında konuk eden Yasin'in farklı bir işe imza atması hoş. Yandaki fotoğrafda da gördüğümüz gibi bir programda da Fatih ve Erman hocaları davet etmiş kendisi. Lafı fazla uzatmadan stüdyoya şöyle bir bakarsak; arkada tarafda bütün fonu kaplayan bir türk futbolu kolajı görmekteyiz. Guiza'nın bu kadar göze sokulması rahatsız ederken, futbola genel bir bakış atma amaçları olduğunuz hissedebiliyoruz. Ancak masaya geldiğimizde gelemediğimizi hissediyorum. Anlamlandıramıyorum önceleri, hata veriyorum. Uzay yolu yok değil, Dünyayı Kurtaran Adam ya da Star Wars. O nasıl bir masa. "Ben çok mühim konuklar çağırıyorum bu programa" mı demek istemiş ben çözemedim. Affınıza sığınıyorum, ben bu programı yorumsuz geçmeyi yeğliyorum.

TELEGOL
Türk televizyonlarının çığır açan, konsept yaratan, belleklerde yer eden, efsanevi, ubermensh, exprestyonist programına geldi şimdi sıra. Bir futbolsever için güzel bir futbol maçından daha izlenesi ne olabilir ki. Cevabınızı duyar gibiyim. Tabii ki Telegol. Hele o Ali Sami'li dönemlerinde daha bir bambaşkaydı bu program. Turgay Şeren'ler, Ali Sami'ler, Ahmet Çalar'lar, Ziya Şenül'ler kimler kimler geçti o studyodan. Ve en nihayetinde bu sene Ahmet Çakar geri döndü efsane kadroya. Şu anki kadrosa Ziya Şengül, Ahmet Çakar, Tanju Çolak, Gökmen Özdenak, Sinan Engin ve tabii ki Serhat Ulueren. (Soyadı gibi kendisi de) Öncelikle diğer programlarının aksine nev-i şahsına münhasır bir program Telegol. Gerek konukları olsun gerek ciddiyeti olsun kendi jargonunu yaratmış bir program. Ve bir de efsanevi "Ali Sami" demecinin verildiği program olması da önemini kat ve kat arttırıyor. şöyle bir stüdyoya ve malum masamıza bakalım diyeceğil ama resimlerde de gördüğünüz üzere, internet ortamında masalı bir fotoğraf bulmak çok zor bu program için. Yayın yönetmeni sağolsun yeri geliyor 2'ye 4'e yada 5'e bölüyor ekranı ve yerleştiriyor yorumcularımızı. Ancak hakkını vermeden de geçemeyeceğim, malum repliğin geçtiği anı o şekilde vermesi diğer yorumcularımızın da tepkilerini de ann ve an görmemizi sağlamış ve sayesinde tarihe tanıklık ettirmiştir bizlere. Programın olabildiğince esprili, kahvehane ortamı tadında olması da benim kanaatimce futbolumuzun kalitesiyle paralellik içermektedir. Konuşulabilecek ne var da adamlar ne yapsın.

"Solda 5li kareyi sağda da efsanevi kadrajı görüyoruz."









Az önce de dediğim gibi stüdyonun genelini gösteren bir fotoğraf karesi bulmak oldukça zor. Bu seneki programdan edinebildiğim nacizane fotoğrafda da masanın bir kısmını görebilioruz. Bu kadar efsane bir program hakkında dekor üzerinden ne kadar doğru tespit yapılabilir bilemiyorum ancak gene de nacizane bir şeyler diyecek olursak; masamızın biraz daha keskin hatlara sahip olduğunu ve u şeklini aldığını görüyoruz. "U" şeklini almasının yanında oval hatlar yerine keskin hatlara sahip olması da yorumcuların keskin hatlarla ayrıldığını gösteriyor. Diğer tarafdan bu keskin hatlar, ufak bir açı değişikliğiyle yanındaki yorumcuyla aynı çizgiye gelerek yandaş olabilme ve cephe alabilme avantaşı da sağlıyor kendilerine. İş böyle olunca da hareretli tartışmalara zemin hazırlaması işten bişe değil bu masanın. Son bir şey de yorumcuların masaya abanmaları. Bu hareketin de içlerinden ki kavga enerjisini boşaltmalarını sağladığını düşünüyorum.

İlerki yazılarda görüşmek üzere.

Fikir by "delimezar"

Teknolojiye düşkün baba


Şu dünyada kanıksayamadığım ve yadırgadığım (ikisini birden aynı cümle içinde kullandım, çok mesudum) durumlardan biridir bu. Belki de ben garibim bilmiyorum ama, teknoloji ile haşır neşir olmaya çalışan baba bana zulüm gibi geliyor. Acayip bir öğrenme hevesi var arkadaş, anlayamadım ben. 50 küsür yaşında ve internet alemlerinin kurdu olmaya çalışan baba gördüm mü dayanamıyorum.Teknolojik bir alet karşısındaki tutumları da ilginç. Fakat sadece kendi cihazları için geçerli bu durum. Misal ben yeni bir cep telefonu aldım, "güzelmiş" dedi geçti. Tam olarak beklediğim baba davranışı. Fakat bir süre sonra kendisi de cep telefonu aldı ve koskoca adam esiri oldu çük kadar aletin. En kötüsü de telefondaki tüm melodileri yüksek sesle sonuna kadar dinleyip, yine varsayılanı seçmesidir. Her türlü teknolojik alette böyle bu. Fotoğraf makinesi mi aldı? İki gün elinden düşürmez. İki gün önce benim telefonun yüzüne bakmayan adam teknolojinin dibine vuruyor.

Cihazı hemen yutayım, tüm özelliklerini sindireyim merakı galiba bu. Kullandıkça öğrenmek gibi bir düşüncesi asla yok. Elinde USB kablosuyla size doğru seyirtip "bunda çektiğim fotoğrafları bilgisayara nasıl atarım?" diye sorması nasıl bir şeydir tattınız mı hiç?

Baba dediğinin, özellikle 50 yaşı geçmişse, teknolojiyle ilişkisi teleteksten öteye geçmeyecek arkadaş! Cihazı gördü mü "hımmm, güzelmiş" deyip arkasını dönecek. Kullanmayı deneyince "kafam almıyor" deyip bırakacak. Okuma gözlüğüyle cep telefonu teması beğenmek yakışmıyor bir babaya.

20 Nisan 2009 Pazartesi

Öz Hakiki Diarra!

Avrupa futbolu büyük tehlike altında! Diarra istilasıyla karşı karşıyayız. Ülkemiz bu durumla karşı karşıya gelmedi daha ama tehlike kapıda! "Her takıma bir diarra kampanyası" mı var, nedir anlamadım? Alu Diarra, Mahamudu Diarra, Lasana Diarra, Ali Diarra, Veli Diarra... Hangisi gerçek Diarra lan bunların? İyisi hangisi bunların?

Diarra büyük bir sülaleymiş. Bunlar uyanmış futbol olayında para var diye. O senelerde doğan çocukların alayını topçu yapmışlar. Olay bundan ibaretmiş. Bunlar da hep amcaoğlu.

Bu arada UEFA'nın aldığı karara göre kadrosunda Diarra olmayanı seneye şampiyonlar ligine almıyorlarmış.









Diyardan Diarra...
(hepsi farklı Diarra bunların)

19 Nisan 2009 Pazar

Genç Alman pilot: Sebastian Vettel

Umut Sarıkaya'nın dediği kadar var. Almanlık bambaşka. Shumi'nin pistlerden ayrıldığından beridir kimse o tadı veremedi. Hele bir de podyumda o sempatik hareketleri, gülümsemesi ve fonda duyulan Alman milli marşı. Özlemişiz be Shumi...

Shumi'den sonra Ross Brawn'ın da Ferrari'den ayrılması ve Honda F1'i satın alarak kendi takımını kurması sonrası sezonun ilk 3 yarışında da görüşdüğü üzere "kırmızılar" pek eski günlerine dönecek gibi görünmüyor. Özellikle bu tip yönetim zaafiyeleri ve F2000 serisinin üzerine son yıllarda birşey koyamamaları bunda büyük etken gibi.

Bu haftasonu Çin'de yapılan GP'de 2008 İtalya'dan sonra bir pole + yarış birinciliği daha ekledi keriyerine "Genç Alman Pilot" Sebastian Vettel. Sempatikliği, yarış tekniği ve pistlere olan tutkusu "istersek olur bence" dedirtti bana. Haydi "Viti"...

17 Nisan 2009 Cuma

Böyle söyleyince daha bi' şey oluyo: Krep

Üniversite için büyükşehire gelince duydum ben krepi. "Falanca yer şahane krep yapıyo" dediler durdular. "Ulan!" dedim, "ne ola ki bu krep dedikleri?" diye düşündüm durdum. Bu kadar övdüklerine göre pahalıdır da meret diye bir müddet yanaşamadım. Gel zaman git zaman, 2004'te işe girdim. Maaş gibi bir para alınca, dedim fırsat bu firsat şu krepten tadalım. Tatmak da ayrı bir "böyle söyleyince daha bi şey oluyo" konusudur. Neyse, gittim tavuk etli salata falan satan bir yere. Dedim "hancı bana krep getir!".

Krep geldi ne göreyim! Bildiğin cizleme lan! bazı yörelerde gaygana (kaygana), bazı yerlerde akıtma diye geçtiğini bilirim. Neden acaba diye sorguladım ve kendimce buldum nedenini. Böyle söyleyince daha bi şey oluyo da ondan. Adam penne arabiatanın yanına cizleme, akıtma falan yazacak değil ya, krep demiş. Evde yapınca cizleme, dışarda yiyince krep gibi.





<--bu cizleme, akıtma falan-----------malzeme aynı---------- ama bu krep-->






(bu daha samimi gibi)

Haftasonu Loop Şarkısı

Havalar giderek ısınıyordu!!!
Nasıl geldiği belli olunmayan 2000'li yılların 9. sunun da 4. ayı hızla geçilmekte. (Tarih betimlemesinde son nokta.) Neyse işte havalar güzel, festival konser haberleri de gırla giderken, blogumuzda bir klasik olan köşeler bucaklardan bir başkası olsun bu da.

Malum böyle güneş deniz kum derken böyle içimiz de hafifden kıpır kıpır olduysa haftasonuna bir loop şarkısı yollayalım. Belki bir çoğumuz çokca dinlemiştir albümlerini falan, belki kimimiz de jumping yapmaktan da sıkılmıştır bu şarkıda, amma ve lakin bugün "eksen"de dinleyince yine bir havaya girer gibi de olmadım desem yalan olur. Neyse şarkımız "Hot Hot Heat" den "Talk to me Dance With me" oldsun. İyi haftasonları...

Kara basma iz olur!

Şimdi size dünyanın en büyük yanlış anlamalarından birini anlatacağım. "Kara basma iz olur" türküsünü bilirsiniz. Askerde falan da çok söylenir bildiğim kadarıyla. Ne diyor? Kara diyor, basma diyor, iz olur diyor. Gökyüzünden yağan kardan bahsediyor. Fakat bana açıklayabilir misiniz, bir insan bunu nasıl yıllarca bir kumaş türü olan "basma"nın siyah olanı olarak anlar? Bir de düşünüp durdum yıllardır, "ulan kara basma neden iz olsun" diye. "Leke falan belli eder, ondan mı acaba?" falan diye mal mal düşünüp durdum. Halbüse gayet basit bir olay, kara basarsan iz olur. Ha buna bir türkü yakılması da ayrı bir mevzudur.




<-- ben bu anladım--------------meğersem buymuş-->

16 Nisan 2009 Perşembe

Vitaminime dokanma!


Geçenlerde bir haber gördüm. Yok aslında görmedim, radyoda duydum. Yok efendim neymiş? Vitaminlerin vücuda düşünüldüğü kadar faidesi yokmuş. Fasa fisoymuş, kolpaymış. Ulan isviçreli bilimadamları! İşiniz gücünüz kalmadı da vitaminlere mi taktınız lan kafayı? Nerde kaldı o zaman A vitamini eksikliğinden gece körlüğü? Yalan mıydı diş ve diş etlerimiz için C vitamini? Ulan kansere AIDS'e çözüm buldunuz da vitaminlere mi geldi sıra?

Siz inanmayın iki-üç aylak doktorun söylediklerine. Elmanızı, portakalınızı, gerekirse sandozunuzu ihmal etmeyin. Armudu sapıyla, üzümü çöpüyle tüketin, armudun sapı, üzümün çöpü demeyin.

6 Nisan 2009 Pazartesi

Anket değerlendirmesi: Oyunuzu en çok ne etkiler?

Toplumun, gençliğin nabzını önce tutmaya, sonra ölçmeye devam ediyoruz sayın okuyucularımız, sevgili okurlarımız. Önceden de dediğim gibi o anketler boşa konmuyor oraya. Son anketimiz gündeme de ışık tutuyordu. "Oyunuzu en çok ne etkiler?" diye sorduk ve aldığımız cevaplarla adeta şoke, bir nevi ambele* olduk. Aha da anket ve sonuçlar:
(yazıklar olsun)

Bu nasıl gençlik ben anlamadım gitti. Bir öncekinde sevdiceğin pantolonu sıyırtmak ister, bunda de oyunu 1 terabayt hard diske satar. Nasıl bir teknolojik terbiyesizliktir bu? Nasıl bir siber vurdumduymazlıktır? Hiç mi tecrübeye, yılların deneyimine, duayenlğe saygımız, itibarımız kalmadı? Olmadı gençlik, hiç olmadı.


Oyları satın alan arkadaş:


Konuyu Hüsamettin Bey'e açtık. O anki yüz ifadesi sağdaki resimde görünüyor. Cindoruk sadece şunları söyleyebildi: "Yıllarımı verdim... yıllarımı...."







*(ambele by AOE)

4 Nisan 2009 Cumartesi

Böyle söyleyince daha bi' şey oluyo: Yudumlamak

Tam adını koyamadım ama daha bir entel gibi, kibar gibi oluyor böyle söyleyince. Misal biz ne yaparız önümüze çay konunca? Çok basit: içeriz! Aynı çayı entel midir, kibar mıdır, duygusal mıdır anlamadığım insan yudumluyor. Yazar kişilerinde böyle daha çok. "Ortaköy'de Güntekin'in nezih kafesinde boğaza bakarak çayımı yudumlarken..." diye girizgâhlar görebilirsiniz yazılarında.

Çayın kendisiyle alakalı olabilir mi acaba? Rize çayı içilir, Lipton yudumlanır gibi. Yok lan!




<-- Bu yudumluyor --------------------çay, aynı çay-----------------------------Bu içiyor-->

2 Nisan 2009 Perşembe

Uykusuz 25-03-09

Partilere Göre Oy Dağı

Son zamanların en heyecanlı en sürprizli seçimlerinden biri oldu geçtiğimiz yerel seçimler. Kimi merkezler sürekli el değiştiriken, kimilerine de 28 (Yirmisekiz) kere gidilmesine karşın AKP'nin beklediği desteği vermedi.

Deniz kıyılarında yoğunlaşmış olan CHP oylarının yanında, AKP iç bölgelerde yoğunlaşırken, MHP kafasına göre takıldı. DTP herzamanki gibi doğu ve güneydoğuda revaştaydı.

Seçim sonuçlarını duyurma konusunda da NTVMSNBC'nin internet sitesi bir oyuncak misali kurcalandı durdu. Sözlüklerin sol frame'inden daha fazla parmaklandığı da gelen haberler arasında.

Umut Sarıkaya'nın da dediği gibi partilere göre oy dağılımıdır, o heyecandır seçimleri bu denli heyecanlı kılan.















Sol alt köşedeki hafızın gülümsemesidir işte o heyecanın gülcemale yansıması.

1 Nisan 2009 Çarşamba

Acaba?

Efendim bu resim 25 Mart 2009 günü yayınlanan penguen dergisinin gündem karikatürlerinden biri:
Bu da bir gün önce yani 24 Mart'ta bendenizin yayınladığı yazı: çıplak resimleri için tıklayınız

Tarih konusunda emin olmak isteyenlere de ekşi sözlük'e verilen link ve resmi:
Gözümlen görmeden inanman derseniz tıklayınız

Mütevazi blogumuz esin kaynağı mı oldu acep diye düşünmeden edemedim ama pek sanmıyorum. İnsanın aklına gelir yani. Yine de insan şeediyor "acaba!?" diye.