14 Aralık 2011 Çarşamba

2 Aralık 2011 Cuma

Mutluluğun Resmi. Bu da mı gol değil?

Dün yine, önce kanserlerden kanser olduk.
Tam "bu da mı gol değil?" diyecek olduk ki birden zaman durdu Max Payne oynar misali.
Yatırdı kaldırdı, kaldırdı yatırdı, gol be gol dedirtti. En son 100. yıl zamanında bu kadar sevinmiştik herhalde.

"Süreyya Abi: Mutluluğun resmini çizebilir misin Quaresma?"


"Ule ne adamsın Süreyya Abi yav."
"Ehe, ehe"

Onkaplan'ın kalpten gitmemesi ayrıca hepimizi mutlu etti.

28 Kasım 2011 Pazartesi

SON ÜÇ GÜN!: Kasımda Aşk başkadır.

Kusura bakmayın dostlar. Hatırlatamadık zamanında. Ancak gene de geç değil, 3 gününüz var.

Ama benim kafam bu konuda biraz karışık. Şöyle ki:

Şimdi bu film Californiya falan oralarda geçiyor. Yani kuzey yarım kürede. Tabi haliyle mevsim de sonbahar. Böyle bir havaların soğuması olsun ne bileyim aşka farklı yaklaşımlar, doğalgaz faturalarının kabarması, kapı pencere bantlarının tezgahlara düşmesi derken insanların aşk ateşi daha da kabarıyor. Soğuğa karşı olan mücadele insanları daha da birbirlerine yaklaştırıyor. Bir nevi aşk kaçınılmaz oluyor.

"Kapı bandıyla bir adım öndesiniz."

Gel gelelim kazın ayağı öyle değil. Bir de bunun güney yarım küresi var. Sen gel November'lı film çek ama ilkbahar-yaz-sonbahar-kış'ı hiç hesaba katma. Tamam illa böyle bir zaman belirtme isteğin varsa dünyanın ekseninin eğikliğini niye göz ardı ediyorsun. Misal "Perşembe'de aşk başkadır"(Filmi de Perşembe'de(ilçe olan(parantez içinde parantez de bambaşkaymış)) çekersen bambaşka olur.) de. Ya da "İkindin aşk başkadır." da olabilir.

"Sizi artiz yapanda kabahat."

Neyse olan olmuş artık yapacak bişey yok. Bizim için kasım sonbahar olduğuna göre oyunu kuralına göre oynamak lazım.

Şu güzel pazartesi günü için yine november'lı bir eserle veda edelim.

"Saçlı'dan gelsin: November Rain."


22 Kasım 2011 Salı

First Rule of Metrobüs : You Don't Talk About Metrobüs


Yol tıkalıyken diğer araçları salak yerine koyup vızır vızır gidebilen motorlu araçlara metrobüs diyoruz. 1965'te İstanbul'da icat edilen metrobüs, tüm iyi niyetli çalışmalara rağmen boğazı geçemeyince toplumun bu buluşa hazır olmadığı anlaşıldı. İstanbul halkı 34 yıl boyunca metrobüsten habersiz trafik çilesiyle boğuştu, adeta uyutuldu, resmen salak yerine kondu. Metrobüsün icadıyla ilgili detaylı bilgi edinmek isteyenler google'a "metrobüsün icadı 1965 Walter Bishop" yazabilirler.

"Üçüncü dünya savaşını bilmem ama, dördüncü
dünya savaşı metrobüslerle yapılacak"
Sir Winston Tea

Neyse abiler ablalar, bazen kendime kendime metrobüs keşke icat edilmeseydi diyorum. Neden mi? Metrobüse binen amcadan teyzeden çok korkuyorum da ondan. Bildiğin zombileşiyorlar. Tamam teyzeciğim anlıyorum, oturmak istiyorsunuz. Buyrun oturun ama beni niye çürük içinde mor içinde bırakıyorsunuz yahu! Kimyam bozuldu, kaldırımda yaşlı görünce karşı tarafa geçiyorum. Ayrıca şu hayatta her şey oturmak mıdır? Oturucam diye başka bi insanı hırpalamak ne kadar doğru? Bir gün beni ittire ittire önüme geçmeye çalışan birini tutucam kolundan. Sorucam:"Nası kafalar bunlar teyzecim? Napıyosun sen? Niye ittiriyosun arkadan? Hissetmiyo muyum arkadan ittirdiğini dirsek attığını? Yarın öbürgün diğer tarafta nası vericeksin bunların hesabını? Neyin peşindesin?"

Ama yine de metrobüs candır. Sevgili metrobüs, sayende işe gitmek için 1 saat geç kalkıyorum. Ayrıca teyzelerden de özür diliyorum, biraz ağır konuştum.Teyzedir, vurduğu yerde gül biter. Allah senden razı olsun metrobüs.

15 Kasım 2011 Salı

İçinizi Isıtacak Bir Albüm: Agalar

Malum bu soğuk kış günlerinde en çok ihtiyaç duyduğunuz şeyin içinizi ısıtacak bir albüm olduğunu tahmin ediyorum. Beklediğiniz albüm yine Rammstein'den geliyor.

Daha önce yine büyük bir hizmet olarak Du Hast'ın sözlerini paylaşmıştık sizlerle ve peşi sıra da bizim sayemizde bütün konser izlekleri şarkıya eşlik etmişti. Hey gidi günler.

Şimdi de yeni singıl mingıl 4 şarkılık albümümsü şeylerini paylaşıyoruz sizlerde. Çılgın fotoğrafları için tıklayınız.

"Almanlık"

"Almanlığın böylesi."

"Akdeniz akşamları"

Yakında: Le introduction Dé Askerlik.


3 Kasım 2011 Perşembe

Merkez Bankası'ından istekler

Efendim bildiğiniz gibi değeri Türk Lirası'na göre artan dövizin değerini düşürmek için Merkez Bankası piyasaya o dövizden salar. Dolar çok mu fırladı? Merkez Bankası hemen piyasaya bol miktarda dolar sürüp doları halkın gözünde değersizleştirir, dolar kavramının içini boşaltır. Tabi bunu yapabilmesi için baya bir bol miktarda salması lazım. Öyle 300-500 dolar falan değil, nereden baksan 15-20 bin dolar falan salıyor yani. Yılların Reel Ekonomi yazarıyım, anlarım bu işlerden.

Geçenlerde de Zaytung ismindeki güzide sitede bir haber yayınladılar. Çok da güzel bir haberdi. Kurban bayramının yaklaşmasıyla artan kurban fiyatlarının önüne geçmek için Merkez Bankası'nın piyasaya yüksek miktarda koyun süreceği haberiydi. Yazan arkadaşı huzurunuzda bir kez daha tebrik edeyim.

Bu yazıdan esinlenerek benim de aklıma fiyatı yüksek olan şeyler geldi. Hani dedim Merkez Bankası piyasaya bu ürünlerden falan sürse de biraz fiyatları düşse bunların.

Sayın Merkez Bankası Yetkilileri, Müdür!, aşağıda belirttiğim tüketim ürünlerinden piyasaya yüksek miktarda sürüp fiyatlarını düşürmenizi önemle arz ederim. Talep de edebilirim, zira hep karıştırıyorum.
1- Alfa Romeo 159! (şahsi isteğim)
2- Benzin (sosyal-politik gönderme)
3- iPhone 4 (bunu kullanıp ödemeli arama yapanlar var. fiyatı biraz düşürürsek kalan parayla kontör de alabilirler)
4- Samuray kılıcı (onkaplan için)
5- Aiwa NSX S-111 (şaka lan şaka) (90'lar geldi mi gözünüzün önüne?)

6- Çeyrek Altın (bu yaz çok evlenen oldu)
7- Köle (köle fiyatları çok fırladı. bugün eli ayağı tutmayan bir köle bile pazarda 3 altına satılıyor)
8- Beyaz Kadın (ehe ehe ehe hadi yine iyisiniz, sizi de düşündüm keratalar)

Bir de bizim mayışlar yetmiyor. Piyasadan bir miktar mühendis alırsanız hani...

31 Ekim 2011 Pazartesi

Aşk Acısı

Halloween anısına:

Bir sevmek bin defa ölmek demekmiş
Bin defa ölüp de ölememekmiş


26 Ekim 2011 Çarşamba

Efkarlıyım...

Hayatımı s.ktin kayu...

WTA'e paralel evrenden misafir.

"Sağdan ve soldan 6. sırada olan ziyaretçinin kim olduğu halen gizemini koruyor."

19 Ekim 2011 Çarşamba

Devlet nedir nasıl yönetilir

"Uncle Silvio Wants You,
SHAKIN' THAT ASS!"

Meraba. AOE sağolsun yeni bir oyuncağım var. Çok eğlenicekmişim gibi geliyo.

2 Eylül 2011 Cuma

Tatiller hep biter...

AOE aşağıdaki yazıyı girerken:
"sansürlenen foto"

AOE bilgisayarla uğraşırken arkasında olanlar (üstteki resimde de ablayı bulanık halde görebilirdiniz):




Oha Lan Eylül Geldi!

Eylülün gelmesi bizi fena halde bozmuştu.

AOE: Olm, Günlüklü mü? Ümraniye çakmak dolmuşu mu?
depik: Bence Mecidiyeköy Gülbağ

"Depik eylülün gelmesine küfrederken."

depik: Çek birayı çek ısınıyo...

23 Ağustos 2011 Salı

Evde kendimiz'i sadece okumayın!

Okuduktan sonra üfleyin de!

12 Ağustos 2011 Cuma

Bi bok yazmıyoruz

Evet tam anlamıyla böyle.
Bi bok yazmıyoruz,
Yazamıyoruz.


20 Temmuz 2011 Çarşamba

Bozkurtlar ölmez winterfell bölünmez


Üşüyoruz eddard reyiz....

5 Temmuz 2011 Salı

Dost sandıklarım...

Aha da bunlar:

27 Mayıs 2011 Cuma

Mahkeme notları

Uzun bir aradan sonra merhabalar efendim. Öncelikle bu yazıyı baştan sona okuyup en az 20 arkadaşınıza okutmazsanız çükünüz düşer, ona göre.

onkaplan'ın da bir önceki yazısında bahsettiği gibi bu blogların açılması için yoğun bir çaba harcadık. "Hem gezeriz" diye davayı gittik ta Amerika'da açtık. Tabi oraların mevzuatını bilmediğimizden gidip Konektikıt çocuk suçları mahkemesine başvurduk önce. Hakimin "Ulan sizin olayın bizim mahkemeye ne alakası var dude?" uyarısına, "Hakim bey, blogların kapatılması da çocukça bir karar değil mi sonuçta?" diye cevap verdiysek de yemedi. Bizi doğru Vayoming Blog Kapatmalarına İtiraz Mahkemesi'ne yolladılar.
Vayoming'e gelmişken meşhur ustası Hot Dogcu Selim Usta'ya gidip yarımşar ekmek kokoreç yedikten sonra girdik Vayoming Adalet Sarayı'na. Selim Usta'nın tanıtımını Kıyı Köşe Lezzet Durakları'nda yapacağım.

Mübarir ismimizi çağırınca heyecanla mahkeme salonuna girdik. delimezar hemen memleketten getirdiği lokumları jüriye ikram etti. Jüri üyelerinden birinin "Hımmmmm, ay lav greek delayts" demesiyle ortam gerildiyse de, sinirlerimize hakim olduk. Sonuçta tüm blogların geleceği bizim elimizdeydi.

Sıra savunmaya geldi. Şimdi aranızda İngilizce'ye benim kadar hakim olmayanlar olduğu için Türkçe yazıyorum. Hakim ne dese hemen argümanlarımızı ortaya serip savunuyoruz tüm Türk blog alemini. Yargıç atağa geçiyor, ona bir şey diyoruz, ordan savcı atlıyor, ona da "laaap" yapıştırıyoruz cevabı.

Arada delimezar bana soruyor, "Aga hakim yargıçın üstü demi? Misal hakim yargıcı döver ama savcıyı dövemez, iki aydan başlar en az. Savcıyı yargıç döver ama savcı da hakimi döver. Sonuçta o akademiden geliyo" falan diye. AOE cevap veriyor buna "Aslında Jüri hepsini döver. Onlar seçilmiş sonuçta. Hem nerden baksan 20 kişiler".

O hengamede baktık bizim avukat da bizi sıkıştırıyor "Ama bloglarda maç yayınlıyorlar" diye. Ağzını yüzünü kırıyoruz bunun. Avukatsız da kalınca ben çıktım ortaya duygusal bir konuşma yaptım. Dedim "Hakim Bey! Sadece doğurmakla ana baba olunmuyor. Bu çocuğu cami önünde bulup büyüten, onu okutup iyi yerlere gelmesini sağlayan mı ana babasıdır. Yoksa onu doğurup cami önüne atanlar mı?". Çünkü bildiğim en duygusal savunma buydu.

Nasıl olduysa benim konuşma işe yaradı. Jüri kararını bizden yana kullandı. Hakim de onayladı falan. Yargıç ne sikime yarıyor ben anlamadım hala. O arada AOE "Madem kararı jüri veriyor, hakim yargıç falan ne iş yapıyor?" diye sormak istediyse de lafı değiştirip çıktık salondan. Tam çıkarken ben "Aslında kız blogları şey olmasa da olur... pucca falan.." dedim ama sevinç gösterileri arasında kaynayıp gitti. Zaten mahkeme başkanı şamatacıymış, herkesi coşturdu orda.

Başkan akşam da bizi Abraham's Pleace'e götürdü, bira ısmarladı. Hesabı ödeyelim dediysek de "Lan işi jüri yapıyo, biz tonla para kazanıyoz" diye itiraz edip elimizi cebimize sokturmadı.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Blogu açmışlar lan koşun!

Sevgili evdekendimizciler; tee aylar önce gerçekleri korkusuzca söylediğimiz için sitemize gelen tehdit telefonlarından sonra bizi yıldıramazlar demiştik. Ama nooldu, bu şer odakları baktılar ki halkın sesini susturamıyorlar; blogspotu toptan kapattılar, bütün blogları yasakladılar. Aylarca sevenlerimizden ayrı kaldık...

Ama yılmadık, sansüre karşı depik ve AOE ile beraber kaç geceler sabahladık (yalan mııı, yalan mı, özcan deniz sesiyle oku burayı) mahkeme koridorlarında canla başla savunduk davamızı. Hele depik'in mahkeme salonunda yaptığı o son konuşma çok etkili oldu; jüri üyeleri gözyaşlarını tutamadı kankalar. Zenci bi yargıç vardı o bile ağladı biraz.Sonrasında bunlar toplanıyo da karar veriyorlar ya, işte toplandılar filan bizde tabi heyecanla bekliyoruz, bütün blogların geleceği buna bağlı sonuçta...

 Mahlemede jüriyi beklerken... (ayakta sırtı dönük olan depik)

Neyse işte jüri başkanı çıktı "Not guilty your honour!" dedi de açıldı bloglar mloglar hep... Gerçi "sayın hakim, kız blogları kapalı kalabilir, onları açmasak da olur" dedik ama elin amerikalısı anlamıyor işte, pucca mucca hepsini açmışlar yaa:((

 Bu da bizim mahkeme başkanı... çok kafa adamdı akşam bira ısmarladı

10 Şubat 2011 Perşembe

Gereksizikizler geri döndü.

Gereksiz dediğime bakmayın, aslında dünya tatlısı insanlardır.
Gerçi dünya tatlısı dediğime de bakmayın, ellerinden kolalarını aldığınızda, aniden ciddileşip birer canavara da dönüşebilirler.
Canavar dediğime de bakmayın, alkolü fazla kaçırınca şarzı bitmiş telefon gibidirler.
...
..
.

Bu böyle uzar gider.

"Yavv bu Övünç müydü, Kıvanç mıydı?"
Peki kim mi bunlar. Link'den de takip edebileceğiniz iki tane taze askerden gelmiş iki adam. Her an yine yeni yeniden saçma sapan projelerle bir yerlerden çıkabilirler. Demedi demeyin çok can yakar bu adamlar.

O değil de şu hayatı siz yaşadınız lan.

"Şimdi kafaya bi tane asılcam o olucak."

9 Şubat 2011 Çarşamba

"Gardeşigi Gösterip Ablasını Keydirdiler"

"Şimdi öncelikle başlık nedir aga?" diyenler için gelsin:

Sonralıklı olarak da, malumunuz iş yerinde öğle yemeklerini arasıra Harun Abi'yle yerim.BKZ(Harun Özakıncı. Samimiyetten abi diyorum ben=)) Bugün gene bi yemek yiyelim dedik. Muhabbet sohbet geldi gene malum filmimiz "Yürü Gari İbraam"a geldi. Sözü fazla uzatmadan sadede geleyim. Filmimiz şubat gibi Bodrum'da, nisan gibi de İstanbul'da gösterilecek. Fragmanını da haftasonu gibi internet ortamından takip edebilirsiniz.

"Ben bir gazetecilik başarısına daha imza atarken, Harun Abi de, vazgeçilmezi olan ayranının tadını çıkarıyordu."


21 Ocak 2011 Cuma

Dostluk üzerine...

Çok iyi dostlarım oldu her zaman. Hâlâ da varlar. Kimse bir başkası için ölmez, ölmemeli ama tabiri caizse uğruna ölebileceğim ve benim uğruma ölecek dostlarım var.
Nedir bu dostluk dediğimiz? Tam olarak ne yapınca dost olunuyor? Basit bir arkadaşlığın bir dostluğa dönüşmesi için aranan şart nedir? Bunlar kafa yoran şeyler.

İşte bu dostlarımdan 3 tanesi de bu blogda bana eşlik ediyorlar. Beraber yazıyoruz demiyorum, durum ortada zaten. Yazılarımızdan anladığınız gibi günlük hayatımızda da sürekli beraberiz Evde kendimiz yazarları olarak.

Bir gün delimezar'la oturuyoruz yine. Artık bira mı içiyoruz, PES mi oynuyoruz tam hatırlamıyorum. Aslında muhtemelen ikisini birden yapıyormuşuzdur. İçimde bir sıkıntı var, tanımlayamıyorum. Delimezar da farketmiş olacak:

- neyin var lan?
+ bilmiyorum abi, bi sıkıntı var içimde...
- neyle alakalı?
+ galiba bizle...
- nası yani?
+ abi niye her sorunun sonunda soru işareti diyosun...
- ulan sen de her lafından sonra üç nokta ifadesi veriyosun. nası bizle alakalı lan, anlat bakayım
+ abi bilmiyorum ya. ilişkimizde eksik bir şey var
- sıkıldın mı? artık eskisi gibi sevmiyor musun beni, bizleri?
+ yok abi ya, öyle değil. seviyorum. deliler gibi hem de
- eee? problem ne?
+ bilmiyorum abi, eksik bişey var işte. tam olmadık gibi böyle
- ne olum? eski heyecanın mı kalmadı? çok mu monotonlaştık. hep evde takılıyoruz falan diyosan gel gezelim biraz
+ yok abi öyle değil. anlayamıyorum ben de.

şeklinde bir diyalog geçti aramızda. Nedense aramızda bunca yıla rağmen eksik, olmamış bir şey vardı.

Bir zaman sonra yine ben AOE-delimezar biraderlerdeyim. Fakat mevsim yaz, kaç gündür de yıkanamamışım. Hani yıkanmak sorun değil de, yanımda yedek don, çorap falan da yok. Hani ne olacak? Giyiver aynı donu diyeceğim ama donla çorabı birleştirip bir alışveriş merkezine atsan katliamın bilançosu en az 8 ölü, 15 yaralı olur. Yani giyilecek gibi değiller.

Allah razı olsun, galiba kokudan anlayan biraderlerden biri bana temiz donla çorap verdi de bir güzel yundum, arındım, paklandım. Temiz temiz çamaşırlar giydim. Sonra huzur içinde otururken içimde bir aydınlanma oldu. Her şey netleşmişti. Artık o tanımlayamadığım eksikliği hissetmiyordum. Delimezar'a dönüp

- abi o içimdeki şey vardı ya..
+ osurdun mu lan?
- yok be abi
+ eee nooldu?
- abi artık yok. buldum ne olduğunu
+ neymiş lan?
- don abi. biz hiç don alışverişi yapmamışız. şimdi farkettim
(bileğe ketçap döküp yalamak!)

İşte böyle sayın Evde kendimizciler. Mevzu biraz iğrenç gelebilir ama arkadaşlık ile dostluk arasındaki o ince çizgi dondur. Eğer arkadaşına giymesi için donunu verebiliyorsan o senin dostundur. Ulan bu ne tırt tespit diyenler bir düşünsün, kime donunu seve seve verir, kime vermez. O zaman hak vereceksiniz bana.

(Isınma turları atıyorum. Destekleyin beni, gaz verin.)