29 Mayıs 2010 Cumartesi

27 Mayıs 2010 Perşembe

N'olacak böyle?

Evde kendimizde uzun sessizliğin böyle bitsin istemezdim. İsterdim ki koyayım şuraya bi' yazı, karnınıza ağrılar girsin. Fakat öyle olmadı canlar, öyle olamadı dostlar, gönül dostları... Baharın gelip yayların geveşemesinden midir nedir anlamadım ama yazı çıkmıyor bu sıralar. Ha farkında mısınız onu da bilmiyorum. Şey de olabilir, hani böyle yokluğunun hissedilmesini istersin, dönünce anlarsın ki kimse yokluğunu bile farkedilmemiş. Bu yazıyı görüp de "Anaa Evde kendimiz diye bi blog vardı" denmiş de olabilir. Bilemiyorum..

Ha blogda onca adamız. Hadi ben saldım biraz biri yazar elbet diye ama herkese de aynı anda mı bi'gariplik çöker anlamadım. Neyse...
Diyorum ki, Allah'ın, bazınıa göre karmanın, bazısına göre tabiatın, bazısına göre Budha'nın, kimine göre de Hüseyin abinin insanoğluna verdiği en büyük zulüm "Bazen güzel hissetmek"tir. Yani güzel dediysem fiziki anlamda. Er kişi için yakışıklılık, hatun kişi için de güzellik işte. Ben güzellik kelimesini kullanacağım. İki cins-i lütüf için de geçerli, anlayın artık.
Güzel insanın işi kolaydır. Güzeldir zaten, daha ne olacak? Saçını uzatır, güzeldir. Canı sıkılır kısaltır, yine güzeldir. Saçı sağa yatırır, sola yatırır ya da yatırmaz havaya diker, yine güzeldir. Ağlayınca ayrı, gülünce daha bir güzeldir. Ona göre yaşar güzel.

Zannediyorsunuz ki çirkin için hayat kötüdür. Hayır efendim! Çirkin de çirkindir. Bunu farkettiğinde veya kabullendiğinde zor gelebilir ama sonrası kolaydır. Çirkinsin işte. Çirkin de saçını ister uzatır, ister kısaltır. İster kilo alır verir. S.kinde olmaz afedersiniz.

Kötü olan ise bazen güzel hissetmektir blog takipçileri. Bu his takriben 18 günde bir gelir. Bir bakarsın aynaya "vayamuğa" dersin. Bu tipe gelmeyecek karşı cins var mı? Hemen kaydedersin bilgileri. Saç şu şekil, sakal şöyle, kilo bilmem kaç, üstümde şunlar var diye. Save tuşu olsa save edersin o anki halini. İki gün sonra aynı saç, aynı elbise, aynı yüz ile çirkinsindir. Çok acayip...

İşte bu noktada "çirkinim lan ben" dersin ama 18 gün geçmiştir ve aynada yine güzel görünürsün. Uzun uzun tekrarlattırmayın bana. Aynı şeyler işte. O kendini güzel hissettiğin kısa dönemde de bir şey olmaz zaten. Sonrasında olacağı varsa da kendi güvensizliğinden olmaz zaten.

Sakın bana "Lan iki saattir güzel-çirkin konuşup duruyon, ne dış görünüş adamıymışın. Hem güzellik görecelidir" demeyin gadasını aldıklarım. Böyle bu işler. Hem güzellik o kadar da göreceli değil. Ne diyor büyük insan Cem Yılmaz; "Güzellik o kadar da göreceli değil. Jude Law mı ben mi?". Haklı adam.

Ha bunları niye yazdım. Siz tahmin düşünmeden ben söyleyeyim. Amaç "Ama sen yakışıklı bi adamsın" dedirtmek. Belki kaymağını yeriz falan. Ha beni gerçek hayatta görenler AOE, marvadam ve delimezar. Onların kaymağını yemesem daha iyi olur.

Laf onlara gelmişken; yazsanıza lan biraz! Gecenin bi'vakti yazdığım yazıya bak. Bu blog böyle bi' yazıyı hak ediyor mu? Kendinize çeki düzen verin gençler! (Fotomaç: Yönetimden kadroda revizyona gidilebileceği sinyalleri geldi)

Bu arada Soner Sarıkabadayı süper şarkılar yapıyor lan! Emre Altuğ'un söylediği Çifte Kavrulmuş'u dinleyin.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Teknoloji Dünyası: Diyar Diyar Anadolu

Google maps'de bir özellik yapmış adamlar, daha doğrusu muhtemelen adamlar bunu yapalı epey olmuş da ben teknolojiyi geriden takip eden bir insan olduğum için (vasati 5 yıl) bunu yeni öğrendim; böyle "streeet view" diye bir şey var, bir giriyorsun binaları cepheden filan görüyorsun, sokağın içindeymişçesine geziyorsun, acayip bir şey. Tabi canlı görüntü değil, onu cia yapıyor bir tek (bir filmde gördüm, teknolojik ilerlemeyi holivut filmlerinden takip eden bir insanım).

Ben bu teknolojiyle bir anda karşılaşınca, tabi ister istemez kısa süreli bir şok geçirdim, bu kadar teknolu aklım almadı. Sonra, ataları orta asyadan gelmiş, anadolu hamuruyla yoğrulmuş şanlı bir ecdadın torunu olarak kendime yakışanı yaptım ve hemen "acep sokaklardaki manituları da görebiliyo muyuz?" diye sinsi gibi kurcalamaya başladım gugılı.

Google'ın penceresinden Times meydanı ve New York sakinleri... arkadaki manitalara zoom özelliğimiz de mevcuttur (google earth reklam filminden)..

Adeta bir kültür elçisi gibi, damarlarımdaki asil kanın da vermiş olduğu çoşkuyla, prag'dan girdim, viyana'dan çıktım. Ayıptır söylemesi red light strauze'ye bile gittim (orayı çekmemiş gugıl, bozuldum biraz). Avrupa kesmedi atlantiğin öte ucuna atladım miami sahilleri senin, las vegas batakhaneleri benim gezmediğim görmediğim yer kalmadı; başka başka kültürlerle, başka başka yörelerle kaynaştım, medeniyetle bir oldum adeta.

Tabi kıro gibi sırf kızlara bakmadım, yanlış anlama olmasın. İşte tarihi yerler olsun müzeler olsun önüme ne çıktıysa onlara da baktık biraz...

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Böyle söyleyince daha bi' şey oluyo: Yapmak

Evet sayın Evde kendimizciler. Çok geniş bir tabir oldu bu yapmak sözcüğü ama açıklayacağım.

Geçen gün yine zengin bir insanla konuşuyorum. Şimdi "Vay efendim, ne demek zengin. Neye göre zengin. Her şey para mı?" demeyin. Kız bildiğin zengin işte. Zenginliğin alt sınırı da çok acayip bir şeydir. O başka bir yazı konusu. Maddi konularda uzman kişi AOE'nin el atması lazım. Veya ben bir ara reel ekonomi'de ele alırım konuyu.

Konuyu dağıttık sizin yüzünüzden. Bu zengin arkadaşım laf arasında "Bi ara bi taksim yapalım ya" dedi. "Olur" dedim, "yapalım...". Ben anladım ki elimize kemanıdır, ududur alacağız, türk sanat musikisi eseri icra etmeden evvel kısa bir taksim yapacağız. Ben bunu düşünürken zengin kız ardı ardına önerilerini iletiyordu. "Hatta Taksim'de bi kokoreç yapalım" diye girişti bu sefer de. Kendi kendime düşünüyorum "Ulan bu zengin kız. Ne içün kendisi yapıyor da hazır almıyor. Heralde hobi neyim olarak kokoreç kursuna yazıldı veya kendi kokoreçini kendin yap diye bi dükkan açıldı" diye. Fakat zengin durunamıyordu. "Abi havalar ısınınca bi yazlık yapalım" diye girişti bu seferde. "Yok artık! şimdi de inşaata mı sardı lan bu amaçsızlıktan" falan diye düşünürken kafaya dank etti benim.
Evet sayın izlekler ve diğer okuyucular. Ben de o an çok salak olduğumu düşündüm ama insanın kafa bazen duruyor işte. Hemen tabi olayı sosyolojik olarak inceledim, irdeledim, cincikledim, bızıkladım.

Biz ülke nüfusunun % 95'nin oluşturan dar gelirli, orta gelirli ve orta gelirli ama nerdeyse zengin olacak insanlar olarak bir yerlere gideriz. Gittiğimiz yerlerde bir şeyler yeriz. Eğlenmek için aktivitelerde bulunuruz. Fakat yüksek gelirli veya onların yaşamından ve konuşmasından etkilenen insanlar bunların hepsini tek fiil altında toplar: YAPMAK! Bodrum yaparlar, new york yaparlar, tekila yaparlar, parti yaparlar (bu normal)... Hatta en gıcık olduğum: rakı yaparlar.




<----rakı yapıyorlar---..............---rakı içiyorlar(koçum benim)---->










Bunlar da bakım yapıyor, bira içiyorlar. (Her kesime hitap eden blog yazarları)

1 Mayıs 2010 Cumartesi

30.000 Bakımı

Aylar yıllar geçti ve izleyicilerimizin ve takipçilerimizin sayesinde 30.000 ziyarete ulaştık. Gel gelelim şu sanal alemde çok büyük bir rakam değil bu. Az olsun öz olsun mahlasıyla yola çıktığımız şu blog aleminde, sanırım bu cümlenin sonunu toparlayamayacağım.


Blog dediğimiz şey araba gibidir. Bakım yapmak lazım belli aralıklarla. Biz de oturduk ve 30.000 bakımımızı yaptık blogcana. Gerçi onkaplan aramızda yoktu. Ama onunla da 50.000 bakımında beraber olacağımızı umuyorum.

30.000 bakımının bize çok fazla bir maliyeti olmadı. Bu yüzden bu maliyeti fiyatlarımıza yansıtmayı düşünmüyoruz. Blogumuzun CO'su depik alkolün de etkisiyle "Para alalım lan izleyicilerden" dese de birden kedine gelerek bu isteğinin ne kadar saçma olduğunu anladı ve sustu. Daha sonra marvadam "Serverı yeniliyelim bari" diyerek ortamda bir anlık sessizlik olmasına sepep olduysa da delimezar o birleştiriciliğiyle ortamı sakinleştirdi.

"Bakım süresince bir ara servis dışı kaldık."

İşin özü; bakımımızı yaptırdık ve yaza hazır bir duruma geldik en nihayetinde.