23 Ağustos 2009 Pazar

Anket değerlendirmesi:Bu sene Şampiyonlar Ligi'ni kim alır?

Gençliğin nabzını tutan anketlerimizin, gençlerimizin ne derece yozlaştığını, apolitik olduğunu ve dünyadan nasıl bihaber yaşadığını gözler önüne serdiğimiz değerlendirmeleriyle vazifemizi yerine getirmeye devam ediyoruz sayın Evde kendimiz'ciler. Sıradaki anketimiz milli atlet Süreyya Ayhan'dan yola çıkarak, Şampiyonlar Ligi hakkındaydı.

Evet sevgili Evde kendimiz'ciler. Gözlerimiz yaşardı bu hafta. Sonunda urdan yazdığımız yazılar, toplumsal barış çağrıları falan işe yaradığını gördük ya daha da gam yemeyiz. Sizlere en ufak bir şeyler bile kattıysak bizden mutlusu yok. Görüyoruz ki artık gençlerimizin dünyaya bakışı değişmiş, etraflarıyla, ülkeleriyle ve dünyayla ilgilenir olmuş, her konuyu toplumsal bilinç ve akıl muhakemesi ile değerlendirir olmuşlar. Anketimizin sonuçlarına gelirsek, Söylenecek çok fazla söz yok. Ne oynadığı futbolla dünyayı titreten Barcelona, ne Şampiyonlar Ligi kupasının parayla alındığını sanan Abramoviç önderliğindeki Chelsea, ne de futbol ve pokerin en önemli iki kuralı sizleri yanılmamış. Yani yanıltmış da, bir kısmınızı. Öyle çok değil. Olması gereken şık birinci, diğer mantıklı cevap ise ikinci olmuş. Zaten Hasan almaz basan alıra da ben verdim oyları, sırf sonradan gençlerimize giydirmek için.

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Gelin itiraf edelim

Geçenlerde aklıma geldiydi de fırsat olmamıştı. Kullanmayın arkadaşım şu cümleyi. Kimse kullanmasın! Bu kadar insanı zor duruma düşüren bir cümle olamaz. Resmen kalleşlik bu. Geçenlerde Okan Bayülgen söylemişti, o zaman sinir olmuştum. "Gelin itiraf edelim, kim ortamda cep telefonunu bırakan birinin arkasından telefonunu karıştırmadı. Herkes bir kere yapmıştır bunu... Nası yapmadın ya, bırak şimdi. Hiç mi bakmadın mesajlarına falan" tarzında bir cümleyle.

Bu örnekte daha iyi anlayacağınız şekilde gördüğünüz bu cümleyi kullanana kafa atacağım bundan sonra. Kendimi o programdaki konuklardan birinin yerine koydum. Herkes ordan "Yaptık tabi canım, herkes yapmıştır" falan diyerek onaylıyor mevzuyu. Ben yapmadım ulan! Hayatımda birinin cep telefonunu karıştırmadım. Annemin çantasını karıştırdım, evinde kaldığım bir kızın iç çamaşırı çekmecesini karıştırdım (paramı düşürmüştüm, onu arıyordum), misafirliğe gittiğimiz evde "oyuncak var mı lan acep" diye dolap karıştırdım, burnumu düzenli olarak karıştırırım (kişisel hijyen) ama hayatımda kimsenin telefonunu karıştırmadım. Gelin itiraf edelim hangimiz burnumuzu karıştırmıyoruz ki?

Şimdi bu lafın kalleşliğine gelelim. Laf söylendikten sonra her şey bitti. Ya o saatten sonra o utanılacak şeyi yapmış birisin ya da yalancısı durumuna düştün. Herkes mal gibi "ehe... yaptık" deyince tabi, ortamda tek sivri kalıyorsun. Bu durumda da herkes samimi, sen başka bir şey oluyordun.

Hakkaten herkesin kesin yaptığı bir şey olsun diyelim bu. Ne gerek var kardeşim. Dünyada osurmadığını iddia eden bir insan var mı mesela? Patlar lan adam! E bu olay bu kadar gerçekken, bunu "Gelin itiraf edelim, hangimiz osurmuyoruz ki?" diye ortaya atmanın, bu iğrençliği yaptığımızı tören olarak kendimize itiraf etmenin ne mantığı var.

Bu lafı diyen malı anladık diyelim. Ortamda bir sinerji yaratmaya çalışıyor aklınca. Herkes küçük bir sırrını ortaya döktü, rahatladık, iyice şişe çevirmece tadını yakaladık aklınca. E peki yapmadığı halde sırf samimi görünmek için yaptık diyenlere ne demeli? Yapmayan yapmadım desin ve buna inanılsın arkadaşım! Ulan ortada utanılacak bir durum var ve işin ilginç kısmı ortada tek zor durumda olan bu şeyi yapmamış olan insan. Dİğerleri utanmıyor, o utanıyor o saatten sonra. Adamı ayar etmeyin. Ben neye sinirlendim lan böyle?

(fotoğraf: okan bayülgen)

18 Ağustos 2009 Salı

En hakiki korku filmi: Bitirimler sınıfı

Türkler korku filmi yapamaz diye bir genel yargı var. Hatta bu yarıgıyı yıkmak için gaza gelip de iyice sıvayanlar oluyor. Fakat bu tamamen yanlış bir yargı. Biz korku filmi yaptık. Hem de en alâsını yaptık. 1975 yılında Bitirimler Sınıfı'nı çektik lan biz. Sonra da gündüz kuşağına koyup ilkokul çağındaki çocukları altına sıçırttık.

Aydemir Akbaş'ın oynadığı bir film ne kadar korkunç olabilir ki diye düşünebilirsiniz. Fakat bu filme bir Alper İzer performansı vardır ki, Alfred Hitchcock görse bu adamı her filminde başrol oynatır.Evde kendimiz bir sinema blogu değil. Filmi uzun anlatıp filmin toplum üzerindeki etkisinden falan bahsetmeyeceğim. Sadece ufakken filmi izleyenlere bir hatırlatmak istedim bu korku şaheserini. Sezercik'in de içinde bulunduğu bitirimler deniz kampına gider. Orda da bu dayı karısını öldürür ama cesedini canlı gibi tekneye oturtup denize açılıp karısına boğuldu süsü verir. İşte Sezercik'in şahit olduğu bu olaylar zinciri ve katilin performansı inanılmazdır. Ben böyle korktuğumu hatırlamıyorum arkadaş. Bir de bu dayının öldürdüğü karısı, Sezercik'in öğretmenine benziyordu, ikiz gibi. Onları da Perihan Savaş canlandırıyordu. Bu benzerlik de ayrıca bir korku unsuruydu. Dayı da nasıl bir psikopatsa, bir yandan karısını çok sever, bir yandan da öldürürdü.





Allah'tan filmde Aydemir Akbaş da vardı da bu sahnelerin etkisinden hemen çıkıyorduk. Yönetmeni bu konuda takdir etmek lazım.

Film ve malum sahnelerle ilgili yeterli resmi bulamadım. Özellikle sandal sahnesiyle ilgili hiç resim yok.

Bir de Tecavüzcü Coşkun'un Sezercik'i sinema salonunda kıstırdığı ve fonda ekolu bir "keh keh keh keh... keh keh keh keh..." sesinin duyulduğu bir sahne vardı. O da çok acayipti ama hangi filmdi hatırlamıyorum. Biz çok şahane korku filmi yapıyoruz onu biliyorum.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Reel ekonomi 007: Bi' milyon!

Ekonominin dalağını yaran yazı dizimizle tekrar sizlerle beraberiz sayın Evde kendimiz'ciler. Bu bölümde Beşiktaş'tan Üsküdar'a motorla geçince karşınıza çıkan "1 liraya garip garip şeyler" satan abilerimizi inceledik.

Konuyla ilgili kapsamlı bir araştırma yapmak için önce bizim Mahvi Eğilmez'e gittik. "Mahpi bi el at lan! Şu dayıların sektör ne durumda?" dedik. "Aga Ekodiyalog'un çekimi var. Yetişmem lazım. ayrıca adım Mahfi ulan, Mahfi!" diyerek kaçtı. Arkasından "Ulan üç kişinin yaptığı konuşmaya diyalog denir mi? Ekotriolog olması lazım!" diye bağırdık biz de.

Mahfi'den hayır gelmeyince gidip IMF başkanı Dominique Strauss-Kahn ile görüştük. "Sayın Kahn, Oliver Kahn ile bir akrabalığınız var mı?" sorumuza "3. göbekten kuzenim oluyormuş. Benim dedemin halasıyla, onun amcasının bacanağı ilginç insanlarmış" diye cevap verdi. Üsküdar'daki bir milyoncuları sorduk. Konuyla ilgili kendisine gelecek raporları beklediğini belirtti.


Sektörün daralma veya büyümesiyle ilgili çok fazla veriye ulaşamadık. Sadece sektörün tecrübeli ismi Hayri Kırılmaz ile yaptığımız söyleşiden bazı verilere ulaştık. Hayri Bey "Sektör krizden çok etkilendi. Özellikle Amerika'daki mortgage faizlerinin artması bizim de küçülmemize neden oldu. Özellikle 2008'in son çeyreği ve 2009'un ilk çeyreği çok zorlandık. 2009'un son çeyreğinde bir artış bekliyoruz." diye konuştu. "Ya Hayri abi, o elindeki şeyden alan oluyo mu harbiden?" diye sorduğumuzda gözlerinin dolduğunu saklamakta güçlük çekti.

Bir Reel ekonomi'nin daha sonuna geldik. "Reel ekonomi bitti abi. Depik sürekli kendini tekrarlıyo" diyen varsa teessüf ederim.

fotoğraf: depik (the original)

16 Ağustos 2009 Pazar

Anket değerlendirmesi: Hangisi daha tatlı?

Gençliğin kafa yapısını anlama yolunda her geçen gün daha da ilerlediğimiz araştırma köşemizde yine birlikteyiz Evde kendimiz'ciler. Bu sefer şaşırtmaca olarak birden fazla şıkka oy verebileceğiniz bir anket hazırladık, siz de hemen düştünüz anasını satayım. Gerçi ben tüm şıkların aynı oyu alacağından korkmuştum.

Gördüğünüz gibi "baldız", açık ara, en çok oyu alan şık oldu. Buradan genç kızlarımızı uyaralım hemen: eğer kız kardeşiniz varsa sevgilinizi onunla yalnız bırakmayın! Sonra "bayram değil seyran değil, enişte beni niye öptü?" diye gelmesin kız kardeşiniz. Ekşi sözlük yazarlarının favorileri olan nutella ve uludağ limon da hemen hemen aynı oyu almış. Çoklu oy kullananlar burda belli oluyor işte. Bu anketimizin de gerçekçi mıknatısı bu iki şıktı, gördüğünüz üzere. Gençliğimizin ne kadar apolitik, vurdumduymaz olduğunu anladım ben bu oylardan, yazık. Gerçi bal dururken bu ikisi tatlı sayılmaz ama, bal da baldızın etkisi altındaydı kesinlikle. Kayınçoya ise tüm oyları ben verdim zaten. Cinsel tercihimi sorgulamayın. Her şey cinsellik değil. İnsan kayınçosuyla gezecek, tozacak, yeri geldiğinde rakı içecek.

Değerlendirmemize son verirken, sizlere türk halk müziğinin güzide bir dörtlüğüyle veda ediyorum:

Oğlan mailem oğlan
Sözüne de kavilem oğlan
Enişte bana pişt demiş
Yalan aslanım yalan (yalan güzelim yalan)

13 Ağustos 2009 Perşembe

Asker gidecek, geri gelecek!


Bugün iki tane dağ gibi adamı askere yolladık. AOE ve sezon başından beri takıma yeterli katkıyı sağlayamayan marvadam bugün birliklerine teslim oldular. "Teslim oldular" lafı bile askerlik hakkında çok şey anlatıyor sanırsam. Veya bana öyle geliyor. Dayanıp izin kullanmazlarsa beş buçuk ay sonra aramızda olacaklar inşallah.

Evde kendimiz'de kolay kolay rastlayamayacağınız bir yazı bu. Her gün birlikte olmasak da, AOE kişisi, şimdi arkasından konuşup ben kimseyi efendim, son iki-üç ayını bizden uzakta ege sahillerinde geçirmeyi tercih etse de, bir garip oluyor insan. Öss'den çıkmış lise mezunu gibi kaldım nedense. Bir de benim askerliğim var, şunun şurasında dört ay sonra. Dönüşüm mayıs 17 desek, on ay falan beraber rakı içemeyeceğiz galiba. Çok içemiyorum gerçi son zamanlarda. Eskiden bir büyüğü devirirdim, şimdi dibinde biraz kalıyor. Artık daha çok kalacak sanırsam.

Sınırsız sohbet ve kesintisiz moral kaynağı AOE ve marvadam'a hayırlı tezkereler dileyelim. Sizin askerlik bitmez lan!
(AOE deniz kuvvetlerine gireceğini umuyordu)

7 Ağustos 2009 Cuma

Sıcak ve Kum Sordular; Neredesin? -Patara'daydım

Güneş yaksın-bunaltsın, kum herbiyerimize girsin, deniz de "git git derinleşmiyo" tadında olsun istiyorsanız aradığınız yer Patara'dır.

"Dokununca büyüyen sihirli fotoğraflar"

Sen Fethiye'nin o güzel havasını bırak, Antalya'ya doğru 70 km yardır, o sarı tabelayı göreceksin; "Patara 6". 6. patara anlamında değil tabi bu. Patara 6km demek. Bazıları farklı yorumluyor da o sebepten açıklama gereği duydum. Neyse geldik mi Patara'ya. Girişte öncelikle kişi başı 5TL'yi bayılıyoruz. Malum tarihi bir yere giriyosan paradan kısmayacaksın arkdaş. Aracımızla içeri giriş yaptık. Otoparkımsı yere aracımızı parkettikden sonra Kerbela misali oldukça sıcak, kısa bir yolu yürüyerek kumsala varıyoruz. Kumsal alabildiğine uzun. En uzun kumsal olma özelliği vardı ama nerenin en uzun kumsalıydı tam olarak hatırlayamıyorum. Onu bir şekilde öğrenirsiniz çok da merak ettiyseniz.

Memleketimin bir çok yerinde olduğu gibi burada da şezlong şemsiyeler dizilmiş. Parayı veriyorsun yatıyorsun. Ya da kendi şemsiyeni kendin götürüp keyfine bakıyorsun bu kısımları bildiğiniz gibi.

Denizi, yüzmek isteyenler için pek keyif verici sayılmaz. Yok "ben dalgalarla oynaşayım, dalga gelince zıplayayım, suyu da sığ olsun, yüzme de bilmiyorum hem, arayıp da bulamadığım şey" diyorsanız, Patara'nın denizi tam size göre.

Denizi karşınıza aldığınızda sol tarafa doğru ilerlediğinizde kayalığımsı bir yapı yer almakda. Kızgın kumları aşarak o kayalara çıkarsanız arka tarafta Kekova taraflarını görebilir, diğer tarafda da Patara plajını yukarıdan izleme ve fotoğraf çekme şansı yakalayabilirsiniz. Yürekli yağız delikanlılar varsa aramızda onlar da o kayalardan denize doğru atlamak suretiyle serinleyebilirler tabii ki. Ancak tekrar kayalara çıkış oldukça güç olduğundan, uzunca bir mesafeyi de yüzmek zorunda kalabilirler.


Deniz, kumsal için çok fazla söylenebilecek bir şey yok. Diğer tarafdan kumsalın gerisinde Patara'nın tarihi kalıntıları yer almakta. Bu yazın sıcağında oraları da doyasıya gezmek istiyorsanız ya erken ya da geç saatte gitmeniz tavsiye olunur.

"Kayalığa çık Kekova'yı göreceksin."

"Falez diye tabir edilen doğal yapılar."

"Otla çekince daha bir asortik görünmedi mi?"
"Çennetten bir köşe." (Yok artık daha neler)

"Burdan atlanır"

Neden gidilsin: "Buralara kadar geldik de görmedik demeyelim." "Kumsalları severim, her yerime kum kaçsın." "Kemiklerimiz ısınsın." "Ananemizi kuma gömelim." "Zaten tatil yapamamışsınız siz gidin yazık size=)"

"Çok sıcak ya o bakımdan."

Neden gidilmesin: "O kadar yol gitmeye değmez. (Bulunduğunuz yere göre)" "Havası buhranlı." "Denizi yüzülesi değil" "Akşam maç var"

fotoğraflar: ben tabii kii...

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Öyle mi? O zaman hemen gidelim.


Genellikle dandik sinema filmlerinin tanıtımını yapan arkadaşların (Alp Kırşan, Yağmur Atacan, Okan karacan) ettiği bir laf var. Sözde çok iyi bir komedi filmi yaptıklarını söylerler ve eklerler "Biz çekerken çok eğlendik". Bu lafı edenin, o filmin ve lafın kendisinin salaklığından bahsetmeyeceğim. Neden bir gün de korku filmi çeken biri çıkıp "Filmi çekerken altımıza sıçtık, zor bitirdik şerefsizim" demiyor? Hatta mal gibi, çekerken çok eğlendik diyen de var. Ulan makara kukara çekilen korku flminden ne hayır gelir? Ha şimdi derseniz ki "Eee? Az önce komedi filmi çekerken eğlendiğini söyleyen adama kızıyodun?", sonuna kadar da haklısınız. Kendimle çeliştim ama mantıklı bence.

Hüzünle karışık sevinçle harmanlaşmış gurur: Habertürk'e çıktık (gazete olanı)

(dokanın büyüsün, kocaman olsun)

Bugün bir arkadaşımın "Ünlü oldunuz lan! Sizin site Habertürk'e çıktı" demesiyle seyirte seyirte gazete bayisine koştum ve söz konusu gazeteyi edindim. Seyirtirken bir yandan da "Site değil olum o, blog blog" diye içimden geçirdim. Hakikaten de 20. sayfada bir bölümde bendenizin yazdığı Pilav Arabası Yazısını yayınlamışlar. Blogun linkini falan da vermişler sağolsunlar ama bir garip oldum. Sonuçta ulusal bir gazetede bir yazım yayınlandı ama insan bir izin alır yahu. Para mı isteyeceğiz sanki. Gerçi ne istemeyeceğim lan! İsterdim. Şimdi bunlara dava mı açsam, reklam içün teşekkür mü etsem bilemedim. Resmi de koymuşlar bir de.

Öyle çok ziyaretçi de gelmemiş gerçi bugün. Demek ki internet kullanıcıları Habertürk'ü çok tercih etmiyor ya da çok sallamıyor.

2 Ağustos 2009 Pazar

Ocağımı yıktın 3G

Bu yazı yetişkinler içindir. 18+ ve 60- yaş grupları okuyabilir. Berkecan, sen okuma!

3G sonunda geldi. 3G ye geçen 121. ülke olarak acayip gurur duyduk bu işten, zira teknolojide çok ileri olduğumuz ortaya çıktı. Bu teknolojinin en büyük nimeti sayılabilecek şey de görüntülü konuşma yapabilmek, bildiğiniz üzere.

3G'nin faaliyete geçtiği ilk akşam kız arkadaşımla telefonda konuşuyoruz. Kısa bir "Nasılsn, iyi misin? Ben iyiyim sen nasılsın? İyi benden de, senden naber?" den sonra "Üzerinde ne var?" kısmına geçtik. Zira kendisiyle düzenli telefon ilişkimiz var. Yan yanayken olmuyor. Her seferinde bir punduna getirip elimi atma denemelerimi ustaca manevralarla bertaraf ediyor. Akşam namazı okunma üzereyken de eve gidiyor.

Neyse efendim... Dedim "Üzerinde ne var?", dedi "Kırmızı geceliğim hihihihi...". Dedi "Senin üzerinde ne var?", dedim "Siyah, vücuda oturan gömleğim.". Birden "Aaaaaaaa bugün 3G çıktı. Dur görüntülü arayayım.". "Ne gerek var? Böyle daha güzel. Öyle işin büyüsü bozulur..." demeye kalmadan suratıma kapadı.

Üzerimde siyah, vücuda oturan gömlek var dedim ama ne bileyim görüntülü arayacağını. Cevap vermesen olmaz. 3G'ye kaydolduğumu da biliyor. Üstümde de sadece çatal atletle beyaz külot, yaymış oturuyorum evde. Atlet hem teri alır, hem belden soğuk yemeyi önler. Her mevsim giyeceksin. Büyük kolaylık. Kızlar pek sevmez o ayrı.

Gömleği giymeye vakit kalmadan aradı. Mecburen açtık telefonu. Dedi "E sen görünmüyorsun, ışığı açsana!", dedim "böyle daha iyi değil mi?". İllede ışığı aç diye tutturdu, açtım ben de. Bir baktım bunun üstünde hakkaten kırmızı gecelik. Yanındaki karede çatal atletle ben. Bunun bir suratı düştü. Böyle bir soğudu birden. "Atlet teri alıyor, hem belden soğuk yemiyorum. Şimdi yavaş yavaş atletimi çıkarıyorum. Heyecanlanıyor musun?" falan dediysem de pek işe yaramadı. "Annem çağırıyo" dedi ve suratıma kapadı. 3 gündür de çeşitli bahanelerle telefonda adam gib konuşmuyor, buluşma tekliflerini reddediyor.