19 Ocak 2010 Salı

Siyah sekizli

Mevlüt Abi bana bakıyordu. Yüzünde anlamsız, boş bir ifade vardı. Karşısındakinin ne yaptığını anlamaya çalışan, fakat pek de anlam veremeyen Mevlüt Abi gözlerini bana dikmiş öylece bakıyordu. Kendimi bir şeyler söylemek zorunda hissettim. Fakat kelimeler boğazımda düğümlenmişti. Bu kadar baskı bana çok fazlaydı ve sonunda bir hata yapmıştım. Bir hata yüzünden harcanacaktım. Çok çetin bir dünyaydı bu. En ufak bir hataya yer yoktu. Bu bakışın arkasından ne olacağını biliyordum. Bir şekilde lafa girmeliydim.

"İnsan ne garip bir varlık, değil mi Mevlüt Abi? Kendine sunulanla bir türlü yetinmiyor. Her zaman daha iyi olacağını sandığı bilinmeyeni istiyor. Halbuki biraz yetinmeyi bilse, biraz sebat etse, kendine sunulanla da ileride güzel şeyler yapabileceğini farkedecek. Fakat bu bilinmeyene gitme arzusu ve ardından bilinmeyenin yarattığı hayalkırıklığıyla insan, elinde var olan en güzel şeyi de kaybedebiliyor bazen..." diye anlatmaya çalıştım derdimi. Fakat beklediğim oldu ve Mevlüt Abi'nin yüzündeki bakışlar avına atlayan kurdun bakışlarına dönüştü. "Ne diyon depik sen? Ulan ikidir okeyi yere atıyon! kol gibi hesap girecek senin yüzünden! S.kecem oynayacağın oyunu da, seni de!" diye patladı sonunda. "Abi, Mustafa siyah sekizliyi atınca kafam karıştı. Siyah dokuzlu vardı elimde. Yanına alayım diye düşündüm. Daha iyisi gelir diye yerden çektim. Alakasız bir taş geldi. O sinirle gözüm dönmüş, siyah dokuzluyu da attım. Meğersem okeymiş o da." diye derdimi anlattıysam da dümdüz kaymaya devam etti Mevlüt Abi.

Oyun bitmişti ve hesabı kitlemişlerdi. Mevlüt Abi hala söyleniyordu. "Ya tamam abi ya. Ben öderim hesabı" diyerek artislik yaptım ve kasaya gittim. Hesap 25 liraydı ve cebimde sadece bir yirmilik vardı. Mevlüt Abi'ye gidip "abi 10 milyon eksik çıktı tamamlasana" dedim, tüm yüzsüzlüğümle. Bir-iki saniye yüzüme baktı ve söylene söylene cebinden bir adet 10 liralık banknot çıkardı.

Hava güzel gibiydi. Yürüyerek eve gittim. Tam telefonuma bakarken bir mesaj geldi. Sevgilim olmak üzere olandan geliyordu mesaj. Sevinç ve merakla açtım mesajı. "olmyck" yazıyordu ekranda. Zahmet edip bir kelimeyi bile tam yazmamıştı.

Ne yapacağımı bilemedim. Gözlerim dolu vaziyette hemen aradım sevdiğimi. Çok uzun çaldı ama açmadı. Bir daha aradım ve beşinci çalışta dayanamayıp açtı. "Niye olmayacakmış" diye sordum usulca. "depik bilmiyorum. Aradığım erkek tam olarak sen değilsin. Eğlenceli, düşünceli ve çok iyi bir insansın ama bilmiyorum işte. Eksik bir şeyler var. Çok fazla bir şey hissetmiyorum sana karşı...". O an aynada kendimi gördüm. Gözlerim kıpkırmızı olmuş, ağlamaktan yanaklarım ıslanmış, ağzım yüzüm kaymış, sümüğüm bile akmıştı. Brad Pitt'in ağlarkenki halini düşündüm. Kendimin de ağlarken öyle olacağını düşündüğümü düşündüm. Hemen gözümü aynadan kaçırdım. Devam ediyordu, "...şu an seninle olursam belki de tam olarak aradığım erkeği kaçıracağım..."

Artık duymuyordum anlattıklarını. Tıpkı bir gururlu gibi olgunlukla karşılayıp rahat bırakayım diye düşündüm ama "Etme Melda, bırakma beni. Bak değişirim, nası istersen öyle olurum" diye böğüre böğüre yalvardım, telefonu yüzüme kapadı. İyice rezilleşmiştim zira.

Sonra sakineştim ve düşüncelere daldım. Biri daha beni yakışıklı değil ama sempatik bulmuştu. Samimiydim, düşünceliydim ama biri daha Meriç istiyordu. O samimi adamla ileride çok mutlu olabileceğinin farkında değildi ve yerden bir Meriç çekebileceğine inanıyordu. Akşam akşam yine siyah sekizli olmuştum. Melda'nın yerden ne çektiğini ise hiç merak etmiyordum.

1 yorum: