29 Eylül 2009 Salı

Sevdiğime varamadım, naylon çorap giyemedim...

Ertesi gün onunla buluşacaktım. Aylardır dantel gibi işlediğim planlar ya meyvesini verecekti ya da yeni bir tecrübe oarak tarihin tozlu sayfalarında yerini alacaktı. Yıllardır bir kızın elini bile tutmamıştım. O son tuttuğum da minibüsten düşmek üzere olan kızın eliydi. Belki de hayatını kurtarmıştım ama kuru bir teşekkürle idare etmiştim. İşte o gün anladım ben holivud ve bilimum sinema sektörünün bizi yediğini. Öyle tesadüfen tanışmakla bir şeyler olmuyordu. Hatta tanışılmıyordu bile. Alacağınız bir kuru teşekkür. O yüzden başlarım holivuduna da driv berimoruna da diyerek organize ataklar geliştirme kararı aldım.

İşte o organize atakların en kombinesiydi bu. Bu sefer de olmazsa gey bir arkadaşımın içkili bir günde yaptığı teklifi değerlendirmeyi bile düşünebilirdim. Aylardır Nietche'den girip Sartre'da çıkmış, Duman'la yatıp Deep Purple'la kalkmıştım. Duman'la yatma kısmı mecaz yalnız, yanlış anlamayalım. Zira sevdiceğim alternatif bir insandı. Halbüse ben hep doğunun büyülü sesi İbo'yu dinler, İzzet Altınmeşe'nin "oy dügümeli dügümelli" şarkısıyla neşemi bulurdum.

İlk birkaç görüşmemiz iyi geçmemişti gerçi. Çok da kötü sayılmazdı ama "sen ne düşünüyosun deyvid finçırınn tüketim toplumuna yaptığı göndermeler hakkında" gibisinden sorularla derinime inmeye çalışınca elini boşlukta hissetmesi biraz zorlamıştı beni. Baktım işler kötü gidiyor, çok "büyük üstad"ın tavsiyesiyle samimiyete vuruyordum işi. "Ben o filmden bi bok anlamadım abi yea" diyordum, etraftakiler de gayet iyi anlamalarına rağmen samimiyi yalnız bırakmamak için "ben de abi" diye onaylıyorlardı beni. Halbüse ben filmi bile izlememiş oluyordum.

Gel zaman git zaman, o beni biraz yukarı ben onu biraz aşağı çeke çeke bayağı bir yaklaştık birbirimize. Kah dürümcüye gidiyor, kah bienale katılıyorduk. Hatta bir gün otobüsle İstanbul Modern Sanatlar Müzesi'ne giderken Ömer Danış'ın listeleri alt üst edemeyen şarkısı "Şerefsiz"i mırıldanırken farketmiştim. Doğu-batı sentezi gibi olmuştuk anasını satayım. Artık bu sentezin ismini koymaya gelmişti sıra. O gün bugündü işte.

Memleketten bir arkadaşın Frank Sinatra'nın eski bir albümünü istediğini söylemiştim kendisine. Beraber bakalım, hem bir şeyler içeriz diye kendisine söylemiştim. Zaten Frank Sinatra'nın yeni bir albümünün olmadığını belirtip kabul etmişti teklifimi. O da birisiyle görüşecekmiş, biraz erken çıkarmış evden.

Saçlarım 3 numara olduğundan işim kolaydı. Geceden sakal tıraşını da olmuş, basit ama etkili olduğunu düşündüğüm bir tişört ve iki pantolonumdan iyi olanını giydim. Sadece koltuk altı roll-on'umu sürüp evden çıktım. Öyle fiyakalı giysilere kızların aklını alan parfümlere gerek yoktu. Mevsim yazdı ve koltuk altım kokmasın yeterdi. En güzel koku insanın kendi kokusudur derdi babam. Terlediğinde kendi kokusunu duymuyordu çünkü.

Taksim meydanında buluşup tünele doğru yürümeye başladık. Galatasaray Lisesi'nin önüne geldiğimizde iki sanat akımı ve bir klasik müzik konserinden bahsetmişti bile. Sevdiği bir kafe vardı, orda oturmayı teklif ettim. "Albüme bakacaktık?" diye sordu. "Arkadaşım bulmuş onu ya. Az önce aradı. mp3üm.org'dan indirmiş." diye uydurdum hemen.

Oturup birer kahve söyledik. Artislik olsun diye krema ve şeker atmadım kahveye. O ise abandı, şekere, abandı süttozuna. Biraz hoşbeşten sonra yavaş yavaş mevzuya girmeye karar verdim. Fakat mevzu da girilecek bir şey değildi ki. "Güneyin incisi Antalyaspor bu sene lige flaş transferlerle başladı" diye girilmez ki bu mevzuya. Ben böyle kendi kendime ızdırap çekerken, "ne oldu ya, acayip terledin" diye sordu. Sıcak ve genetik bilimiyle harmanlayıp dikkatini dağıtttım. Lavaboya gitmek için izin istedim. Bir elimi yüzümü yıkasam iyi olacaktı.

Döndüğümde telefonla konuşuyordu ve ben sandalyeye otururken konuşması bitti. "Ya Erinç'in işi erken bitmiş. Gelmiş Taksim'e. Yanımıza gelmesini söyledim. Bi mahsuru yok dimi?" dedi. Çaresiz "yok canım, ne mahsuru olacak?" diye cevap verdim. Kimdi lan bu Erinç şimdi? Nerden çıkmıştı? Ben böyle düşünceler dalmışken Erinç geldi. Tanıştıktan sonra sevdiceğimin yanına oturdu ve kolunu omzuna attı. Sevdiceğim de gayet samimi bir şekilde ona yaslandı ve yanağından öptü.

Şimdi masada aylardır üzerinde çalıştığım planlarım, o planların müsebbipi kız ve o kızın sevdiceği Erinç'le oturuyor, bir yandan iki sevgilinin yanındaki üçüncü kişi oluyor, diğer yandan sütsüz ve şekersiz, apacı bir kahveyi içmeye çalışıyordum. İlkokulda altıma kaçırdığım günden sonra ilk kez bu kadar zamanın çabuk geçmesini ve içinde bulunduğum durumdan bir an önce kurtulmayı istiyordum. Aslına bakarsanız "öldürelim mi lan seni?" diye sorsalar galiba evet derdim. O an da yeni bir şeyi anladım. Bazılarının organize ataklara ihtiyacı olmuyordu ya da onlar hep organizasyonun kendileriydi zaten.

Yarım saat kadar oturduktan sonra izin isteyip yanlarından ayrıldım. Çok da gönülsüz bırakmadılar beni. Otobüse binip eve döndüm ve İbo açtım. Zaten "Bırakın Gitsin" "Another Brick In the Wall"dan daha güzel şarkıydı. İbo da Pink Floyd'dan daha içli okuyordu Allah için.

(Üstada saygılar...)

6 yorum:

  1. durum çok içler acısı gibi gözükse de depik, hayat devam ediyor (anti klişe timim göz yaşlarına boğuldu). dişi kısmısının ne yapacağı belli olmaz diyorum, kendimden biliyorum ama burda dişimizin suçu yok şimdi, senin de suçun yok, peki suçlu kim? (cevap A)

    YanıtlaSil
  2. deycid ne diye düşünüp duruyorum ben de. meyerim yanlış yazmışın.

    mp3üm.org derken güldm tabi ama ü yerine u yazmamana güldüm. çünkü ben maricınılım.

    YanıtlaSil
  3. sağol bi dost, düzelttim deyvidi.

    turist suçlu deyvid finçır bence.

    YanıtlaSil
  4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  5. erinçler.. erinçlerimiz..
    aslında problemin ana kaynağı belli yaşam stillerinin homojen bir yapıda olmaması. yani misal bienale giden kız sayısı erkeklerinden oldukça fazla. aynı şekilde ibrahim tatlıses söylerken çakmak çıkartıp havada bir sağa bir sola yapan kız eksiği var.
    bence hem bienallerin hem de ibrahim tatlısesin bir pr çalışması yapması lazım.
    bu oranları düzeltirsek hem erinçlerle uğraşıp sinirlerimizi bozmayız hem de daha bir mutlu toplum olma yolunda önemli bir mesafe katederiz. =))

    YanıtlaSil
  6. edward en güzeli bienale gidip çakmakları yakıp ibo çalalım. böyle biraz daha homojenize oluruz gibi geliyor.

    YanıtlaSil