23 Aralık 2010 Perşembe
20 Aralık 2010 Pazartesi
Blogculuk öldü mü?
Neyse işte blogculuk da öldü bence abi; ölmese de ölecek, yakındır. Tarihsel misyonu bitti artık, kimse okumuyor yazmıyor. Bak evdekendimiz bile twitter'a geçmiş, ne bileyim feyse link vermiş....
Feyse şeyapın lan beni de. kızlar filan varmış feyste, ortam oluyomuş. Tvittırın olayını daha tam anlayamadım, onu sonra yaparız...
15 Aralık 2010 Çarşamba
2 Aralık 2010 Perşembe
"Yetti Gari İbraham"ı Cumhur'la Konuştuk!!!

Bu arada İbraam da başrollerdeymiş bu sefer, haberiniz olsun. İbraam'ı Kalinka(kalin kakalin) dansı yaparken göreceğinizin de müjdesini de vereyim de tam olsun.
23 Kasım 2010 Salı
Komik video büyüsü
Bilen bilir (AOE falan), ben IPTV ve OTT üzerine çalışan bir insan evladıyım. Konumuzun özü bu olmadığı için kısaca açıklayayım. İnternet üzerinden TV izletebilen kutuları üretiyoruz biz. Bugün de Ada Basını'ndan önemli konuklara şirketcene neler yaptığımız hakkında kapsamlı bir bilgi veren bir demo gerçekleştirdik. Yani adamlara "Bakın, bunların hepsini biz yapıyoruz. Teknolojinin anasını sattık... O bozulma bizden kaynaklanmıyor, internet şey olduğu için tabi..." gibi şeyer anlatıp gösteriyoruz.
Youtube veya muadili sitelerin komik video ile insanı saatlarce esir etmesini hepimiz biliriz. bir komik videodan diğerine "Bu dolarken diğr bir komik videoyu izleyelim" diye seker dururuz. "ÇOK KOMİK!", "İZLEMEYENİN ÇÜKÜ DÜŞSÜN" gibi video başlıklarına tıklaya tıklaya saatlerimizi veririz. Tabii bunlar internetle daha çok haşır neşir (haşır neşir ne lan!) olan genç neslin tecrübe ettiği şeyler.
Bizim kutularımızdan bir tanesinde geliştirilen bir uygulama da Youtube'u TV ekranına getiriyor. Bugün de İngiliz basınından gelen 7-8 kelli felli amcaya uygulamamızı gösterdik. Gördüm ki yukarıda anlattığım şeyler sadece gençlerin başına gelmiyormuş.
Dünyanın en iyi patronu olan direktörüm demoyu gösterirken sıra geldi Youtube uygulamasına. Bir tane binek otomobilde at taşıma videosu gösterdi. Video da İngilizce olduğu için Ada Basını baya bir güldü falan. Bundan cesaret alan benim direktör de ardı ardına verdi komiği anglosaksonlara. "Watch this! This is really funny" (çeviri: bak bak bak, bu çok komik, altıma sıçtım gülmekten), deyip açıyor yeni videoyu. "The guy will miss the goal" (çeviri: kazmaya bak kazmaya, boş kaleye nasıl kaçıracak seyredin) diyor, ortamı kahkahaya boğuyor. Bildiğin bekar evine döndü koskoca lansman. Hayvani kahkaha atan ciddi İngiliz mi ararsın, içtiği kahveyi püskürten teknoloji analizcisi mi ararsın, ne ararsan var. En son bir tanesi İngilizce "La dur! Kola genzime kaçtı gülmekten"(orijinali: Dude stop! Cola escaped to my genz) diyordu ki, ortamı terkettim.
Önümüzdeki haftalarda Ada Basını'nı iyi takip edin. "Türkiye'ye gittik, gül gül öldük" diye yazan bir teknoloji yazarı görürseniz bilin ki bize gelenlerden biridir.
12 Kasım 2010 Cuma
Bizi Yıldıramazlar!
Ama bunlar ne ilk, ne de son. Daha geçen ay, kendi blogumda sanat üzerine yazdığım bir eleştiri sonrası Kim ki Duk hayranları sakarya caddesinde yolumu kestiler. Sanatçı dedik entel dedik, bunlar naif olur şiddete meyletmez dedik ama ağzımı burnumu kırdı adamlar. Ellerinde 5x10 kalaslar vardı ya; belime belime verdiler odunu. Sitelerden pikaba atlayıp gelmişler; nerden bileyim ben bizim Siteler esnafının Kim ki Duk hayranı olduğunu? Esnaf dediğin rocky rambo izler ya bu nedir?
Sevgili dostlarım; doğruları konuşmaktan, gerçekleri gün ışığına çıkarmaktan hiç bir zaman vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz. Ama tabi gerçeklerin ortaya çıkmasını istemeyen bazı karanlık güçler, kaynağı dışarıda bazı güç odakları halkın aydınlanmasını istemedikleri için bizi de önlerinde bir engel olarak görüyor. Ama yılmayacağız, bu site yalanların dolanların, kahpeliklerin üzerine köy yollarında vitesi beşe takmış bir reno toros gibi gidecek bundan emin olabilirsiniz.
8 Kasım 2010 Pazartesi
Çaya süt katılır mı?
Artislik gibi olmasın, bir ay kadar önce Kiev'e gittim geldim. Öyle hemen "Ooooo kieeeev... Ahaleeeooyyy ukranyaaa... Amaneeeeyyy rus gızlar..." falan demeyin. Bir kere onlar Rus değil, Ukraynalı. Hatta Ukranyalı! Bir halt da yiyemedim orda, ağzınız sulanmasın. Zaten gittiğimiz ertesi günü döndüm. İşte o dönüş esnasında ben "Ulan uçakta bayan yanı diye bi uygulama da yok. İnşallah yanıma süt ablalardan biri düşer" diye düşünürken yanıma Nijeryalı zenci bir abi denk geldi. Irkçılık hassasiyeti olanlara sesleneyim. Mesele zenciliği değil, Ukraynalı bir sürü hatun varken bana onun denk gelmesi.

Bu olaydan 3-4 hafta sonra, yani geçtiğimiz haftanın başında da Dubai'ye gittim. Artislik demeyin, önce kalbinizi, sonra ensenizi kırarım. Fuar için gidiyorum, daha doğrusu gönderiyorlar. yine uçak havalandı falan. Yemek servisi geldi. Ana yemek yerine geçen şeyler yendikten sonra bu sefer yanımdaki iri yarı Rus abi bakıyor geri kalanlara. Evet, asla güzel, hatta nefes alsın yeter bir kız benim yanıma denk gelmez. Bu abi bakarken benim aklıma Nijeryalı geldi."Ulan" dedim kendi kendime, "Dur şuna bir ipnelik yapayım, bakalım yiyecek mi? Zaten ilik gibi hatunları üzüyor bu Rus erkekler.". Baktım çay içiyor, ben de çay söyledim. Sonra yemeğin yanında gelen zeytinyağını boşalttım çayın içine. İpnelik yapcaz diye düştüğümüz hale bak anasını satayım. "Allah'ın Rusu ne bilsiz zeytinyağını, yutar heralde" diye geçiyor kafamdan. Sonra o yağlı çaydan bir iki yudum aldım. Fakat bunu yaparken kendimden o kadar emin görünüyorum ki, zannedersin ki Hattori Hanzo kılıç için çelik döküyor kalıba. Ben bile inanacağım nerdeyse. Evet sayın Evde kendimizciler. Sarıbıyık aynen benim yaptığım gibi döktü zeytinin yağını çaya. Sonra ikimiz de "Öeeehhh. Bu ne lan?" diye diye bitirdik çaylarımızı. Dubai'den dönerken de yanımdaki İskandinav picine tavuk ızgaraya krem peynir sürdürüp yedirdim.
Şimdi ne olacak? Yarın bir gün belki de bu adamlar benden gördükleri saçmalıkları başkasının yanında yapıp ona öğretecek. Bir ortamda ilik gibi Rus ablalara artislik yapmak için "Türkler çayı böyle içiyor" falan diye yayacak olayı. Bunlar kolay süreçler değil, evrim gibi bir şey. Biz görmeyiz ama belki torunlarımız falan uçakta denk gelebilir böyle şeylere. O bakımdan tembihleyip evlatlarınıza. "Oğlum" deyin, "Yarım bir gün yanındaki adam çaya zeytinyağı katarsa sen yapma. O hep ipne depik'in uydurması" diye uyarın. İpnenin mecazi olarak "Muzip, sempatik ve müşfik" anlamına geldiğini de ekleyin.
Konunun başına dönersek. Bundan uzun yıllar önce dingil İngilizin biri gitmiş benim yaptığım şeyi yapmış. Sonra bunu gören adam yaymış bunu. İngilizler bile inanmış sonradan sonraya. "Tabii... Biz çaya süt katarız demişler."
Meksikada tekila şişesinin içine kurt düşmüş misal. Bunu gören adam "Lan! Şişede kurt var!" demiş. Bunu gören Nasrettindo Mendez durur mu? Yapıştırmış cevabı, "Olum onu bilerek attım. Daha güzel oluyor" falan diye.
İşte bunlar gibi birçok saçmalık böye böyle yerleşmiş hayatımıza. Yemeyelim efendim bu numaraları. Biz yine ucuz atlatmışız. Çinde böcek falan yiyor adamlar böyle ipnelikler yüzünden. Dikkat edin...
22 Ekim 2010 Cuma
Neler oluyor bize?
Girdik beyin kliniğine. Hemografi, tomografi, emar falan ne varsa yaptırdık. Neden yazamıyorduk öğrenmem lazımdı zira. Sonunda sonuçlar geldi. Doktor beni çağırdı yanına. Ekibin en ağırbaşlısı olduğum için açıklamayı bana yapmayı uygun buldu normal olarak. Şimdi misal marvadam'a yapsa o ciddiye almaz, delimezar'a yapsa, adam zaten yaşlı, kaldıramaz, kalpten gider.
"Koray bey durumlar ciddi..." diye girdi lafa. Koskoca doktora kendimizi depik diye tanıtacak halimiz yok. ismimizi söyledik işte...
- Öncelikle sizden başlayayım.
+ Buyrun doktor bey
- Koray bey, beyninizin yazı yazmaya yarayan bölümü, yani sol lobun ön floner kortekse yakın kısmı zarar görmüş. O yüzden yazı yazamıyorsunuz.
+ Doğrudur da, kasınca çıkıyor bişeyler ama o da çok güzel olmuyor.
- Şimdi ona geliyorum. Beynin espri yapan kısmı, yani sağ lobun şurda görülen bölgesi de çok ciddi zarar görmüş.
+ Doktor sen böyle lob mob diyon ya, ne lobu bu, göt lobu mu? Eehu ehueheuehu ehue
- Al işte. Hakkaten büyük zarar görmüş
+ İyi de doktor, ne kafaya bir şey çarptı, ne yere düştüm, halı sahada kafaya bile çıkmıyorum. nasıl olur bu?
- Bilemiyorum. Belki küçükken inşaata falan götürdülerse...
+ Ne diyon doktor sen?
- Yani insan kötü olur. O bakımdan...
Yıkılmıştım. Fakat arkadaşlarımı merak ettim.
+ Peki doktor, AOE'nn nesi varmış.
- Onunki psikolojikmiş, psikologdan öğreneceksiniz.
+ Ya delimezar?
- Onun durumu çok ilginç...
+ Nasıl yani?
- Hani beynin yazı yazan bölümünden bahsettim ya...
+ Evet?
- O delimezar'da hiç yokmuş!
+ Nasıl ya? Şimdiye kadar nasıl yazıyormuş?
- Biz de merak ettik. Denemek için beynini gözlemlerken bir yazı yazdırdık. O yazı yazarken beynin sindirim sistemi ile ilgilenen bölümünün çalıştığını gördük. Özellikle sindirim sisteminin son kısımlarıyla ilgilenen bölümde hummalı bir çalışma oluyordu.
+ Yapma be...
- Vallaha!
+ Ya marvadam? Onun nesi var? Yaşayacak mı?
- Valla onda bir şey bulamadık. Numara yapıyo şey...
+ Rahat ol doktor
- Numara yapıyo ipne! İstese hayvan gibi yazar.
+ Anlamıştım zaten.
- Peki onkaplan?
+ O kim? Öyle birini getirmediniz.
- Ha pardon. O Ankara'daydı...
AOE'nin durumu öğtrenmek için psikoloğun odasına girdim.
+ Merhaba hocam. Bizim AOE'nin durumunu soracaktım.
- Hastanın nesi oluyosunuz?
+ Gerçek hayatta da var mı bu soru ya? Hastanın kaynıyım ben. Görümcem olur kendisi.
- Tamam. AOE entelmiş. Tek sorun bu. Koskoca psikolojinin bulduğu sonuç bu işte, şaşırmayın.
+ Hımmm... Ne yapabiliriz.
- Ne bileyim... Bi Ömer Danış konserine falan götürün, bişeyi kalmaz.
+ Ömer Danış artık konser vermiyor doktor. Küstürdüler adamı.
- İbo falan da olur ya farketmez.
+ Tamam doktor, teşekkürler...
Bir fatura geldi. Kol gibiydi...
9 Ekim 2010 Cumartesi
Kreatif Reklamcılık Olayı 577

1 Ekim 2010 Cuma
Ortamların aranan adamı Mc_HaLuK_24m_avc
Haluk var bizim mahalleden arkadaş. Anlatır kendisi ama çok anlatır. Öyle internetle de fazla alakası yok. Keyifli adamdır vesselam. Yaşanmışlıklarını biriktirir ve anlatır. Dedim ben de bu adamın anlattıklarını ha buradan milyonlara duyurayım.
.........Gene böyle bir gün... Rock fm de dj lik zamanlarım. Söylediğim grup ve şarkı isimlerini ağzımı ne kadar yuvarlak yaparak söylersem o kadar maaş alıyorum. Para bok yani. Tam EALTEAR BUIRİDCC ‘ den VOÖARDS DARKEAR DEAN DHEAAĞĞİİRR VOİYNGHS (alter bridge - words darker than their wings ) çaldım abi böyle arkamı dönüyorum lap diye bi hatun girdi içeri. SEAN KEAMSSSİEAAN (sen kimsin) dedim. Tabi o zamanlar böyle yuvarlak cümlelerimi, başkalarının anlamadıklarını düşündüğümde parantez içinde açıklardım. Tabi bu bi afalladı. "Lan" dedi "nooluyo" dedi. Tabi bunları içinden diyor. Ben hissediyorum
"Ben" dedi "boşları" dedi "alıcaktım, çay ocağından geliyorum" dedi. Şimdi bu, cümlenin son kısmını diğerlerine göre nispeten biraz daha uzatınca ben koptum tabi. "Nerden?" dedim. "çay ocağından" diye yineledi. Bak bak "hatun" deyince hemen bi toparlanmıştı İsmet Abi." çay ocağı"nı duyunca bi gevşedi. meheheh
Hamdi abi...alllooooov. Uyuma ya karşımda!! bi bok anlatıyoz di mi? Lan rüstem sen de kapa şu müziği az muhabbet edelim.Neyse hah.Ne diyodum. "Al" dedim "al da git daha da gelme, ben getiririm boşlarımı" dedim. Bir de baktım ki bu tarafa şarkı bitmiş. Anonsa geçmişim.
intro çalarken radyo müdürü odaya girdi ve bir zarf bıraktı. abicim ben tam zarfa uzanıcam baktım bizim hatun kaptı zarfı gidiyo. allaaaaaah. macareya bak ya... olaya bak ismail abi ya. bi de görücen böyle bu koşuyo ben koşuyom.radyonun içindeyiz ha.koca bina böyle....jane fonda selim düşeyazdı bas bas bağırıyor. "O BAGETLERİ dırdırıdıırın GÖTÜNE dırıdırıdıdırıdb SOKARIM dırıdınıdırıd falan diye. bu arada nası ama espri. jane fonda/arka fonda... klas adamım tabi olm. rüstem iki çay getir ismail abinle bana. hamdi abin de babayı alsın...paso uyudu
öyle abi ya hayat çok enteresan..bu lavuk kim ya tepemde dikliyor bir saattir.
eveeeeet. evde kendimiz okuyucuları. işte bu da benim Haluk kardeşimle tanıştığım andır.
30 Eylül 2010 Perşembe
Enerjik emekli
+ Ne diyo?
- Hiiç. Annesini özlemiş aramış işte.
+ Babasını özlememiş mi eşşek sıpası?
- Özlemiş özlemiş... Selam söyledi
+ Raf yapayım! Evet evet! Raf yapayım ben!
_______________________________________
Beyin okuyucu sayesinde bir gün boyunca aklından geçenleri tespit ettik:
"Hımmm... koltuk! Oturayım. Dur dur, oturmayayım... ya da oturayım boşver... Çok oturdum, kalkıp biraz da şurda oturayım... Hımmm.. Şu duvara raf mı yapsam ki?
Biraz televizyon seyredeyim... Hehehehehe, ne adam ya! Aslında bu televizyona burdan güneş vuruyo, şuraya alayım."
"Köy hizmetleri müdürlüğünden yazı gelecekti. Geldi mi acaba? Anaaaa ne yazısı lan! Emekli oldum ya ben. Dolap yapayım! Alet edevat koyarız içine. Ama önce geçen hafta yaptığım dolabı parçalayayım. Onun tahtalarını kullanayım."
- Hanım bu koltuğu şuraya mı çeksek ki?
+ Ay yeter! Geçen hafta ordaydı ya! Camın önünde diye buraya çektin.
- Öyleydi dimi? Hımmmm... O zaman ben gidip bacanağa yardım edeyim.

+ 6 nokta emniyetli kapı kilidi
- Nereye takca bunu?
+ Kümese!
+ İyidir bacanak. Sende ne var ne yok?
- Noolsun. Naapıyon orda?
+ Geçen hafta bahçeye dolap yaptıydım. Bi tane daha yapacam işte. Şunu tutsana...
- Heh! Ordan çakma, kapak açılmaz.
+ Şurdan iyi mi?
- İyi iyi...O zaman bunu bitirince iki dolabı koyacak bi dolap yapalım!
+ İyi düşündün... Sonra da boyarız!
- Boyayalım...
_______________________________________
-Bacanak motordan anlıyon mu sen?
+ Biraz anlarım, nooldu?
- Ya benim arabanın motorundan jetski yaptım ama binecek yer yok. Irmakta gider mi ki bu?
+ Bacanak...
- Efendim?
+ Biz bi iş bulalım
- Bulalım bulalım...
24 Eylül 2010 Cuma
Bir annenin gözünden
Ne anlatım oğul? Bizim çocuk biraz deli dolu. Hiferaktik mi ne diyolar, öyle işte. Ben buna hamileyken bol bol tatlı yediydim, ondan galiba biraz hareketli. Hem gazetecilik yapıyo hem dünyayı gurtarıyo benim oğlum. Ayyy maşşallah, Allah nazardan saklasın. Ben bunu emzirirken de bol bol ıspanak yediydim. Şimdi kurşun bile işlemiyo üstüne.
E tabi zor bi yandan da. Şimdi bu çok uçuyo ya, gorkuyom ben oğul. İçine içlik giy diyom, dinlemiyo. Yukarlar soğuk olur bari alçaktan uç diyom, "Anacım aşağıda uçaklar falan gidiyo, benim yukardan uçmam lazım" diyo. Allah'tan o mavi taytı giydirdim. Buna kalsa bi mayo bi pelerin çıkacak dışarı. "Oğul böyle olmaz, konu komşu ne der? Soytarı diye dalga geçerler" diye zar zor ikna ettim ona da.

Bana pek anlatmaz ama bi konuştuğu var, ben biliyom. Adı da Lois. Lane'gillerden Jonathan'ın kızı. Okumuş falan ama çok zilli bir kız. Oğlumu parmağında oynatıyo. Böyle söyleyince de ben kötü oluyom. Geçenlerde almış bunu kutuplara bi yere götürmüş. Süper'in süperliğini aldıracaklarmış. Zor yetiştim dostlar. Süper'in bünyesi zayıftır. Süperliği olmasa gencecik yaşta ölür gider. Çay kahve bilmez, yemek yapamaz. Hep dışarda yiyolar emeği biliyom ben. Oğluma bi tas çorba mı kaynatmış haspam!
Ama Süper çok yardım eder bana. Çok hayırlıdır evladım. Işınla çay kaynatır, yemekleri pişirir. Etleri falan hep üfler, dondurur. Tozları falan hep üfleyip evden dışarı savurur. Temizliğine dikkat eder benim oğlum. Bakkala falan hep bi uçuş gider gelir, hiç üşenmez. Bir de mürvetini görsem, bi torunlarımı sevsem daha da bişey istemem...
23 Eylül 2010 Perşembe
evde kendimiz büyük ustayı yerinde ziyaret etti
E.K) sssssselamınaleyküm.
S.T)aleykümselaaaaaaam....gel lan gel içerde çıkar ayakkabıları
E.K)eyvallah. abi şunları dolaba koyda ısınmasınlar. bu arada süzme yoğu..dajghdıagsdıuavsdhvashdvajdvsavshdhavsjdhavs
ileri sarayım azcık. buralar geyik...hah dur!
E.K) abi kesin bobo'yu oynatmalıasdıuagsfıuaıos
yok biraz daha
S.T) Abi işte sonra bu Amerika projesi başladı işte.
E.K) onu sorucam işte nası başladı anlatsana
S.T.) Ya işte eski çalıştığım yerde aslında fena bunalmıştım.
E.K) merter'de
S.T)he... neyse işte artık canıma tak etti. Biliyorsun önce çalışma arkadaşlarımla aram açıldı. sonra serbestliğim kısıtlandı.artık eskisi kadar özgür olamıyordum ve bu da işime kendimi vermemi engelliyordu. yakın bir arkadaşım aradı tam o sırada. dedi işte konnektikıtta tam senlik bi iş var
E.K.)Kim o tanıyor muyuz?
S.T.)İhsan abi ya mahalleden. Büyük fabrika. Gene aynı takım aynı tezgah. ama proje büyük. fabrika merkezi yerde. servisi var. sigorta falan herşey tamam.
E.K)ohh süpermiş. Amerika projesi böyle başladı yani
S.T.)aynen ya allah razı olsun ihsan abiden. yani kardeşim insanın sevdiği işi yapması gibi güzel bir duygu yok. 20 senelik portif şoförüyüm daha ilk defa bu iş yerinde canıma tak etti. ya paletin altına giriyorum şef çıkıyor yok öyle olmaz böyle olmaz. sağa dönüyorum yok sola dönüyorum gene.sıkıldım artık. sanki benden iyi bilecek...şimdi yeni bir soluk yeni bir başlangıç. süper olacak
E.K)Amerika projesi tabi boru değil.
S.T)portif sanattır yavru ceylanım. insanın özgür olması lazım direksiyonun başında
E.K)haklısın abi.hmmm haklısın gerçekten. süpermiş.. oh oh gülüşmeler gülüşmeler bzzztt bzzztt
neyse burda kesiliyor işte. depik'in ayşe arman'dan çalıp getirdiği bozuk kaset çalarla büyük ustayı size ancak bu kadar tanıtabildik...
neyse başka bir röportajda görüşmek üzere esenler otogart
Kaynar sular...
AOE: depik gelsene akşam. marvadam da var.
depik: tamam...
Böyle başladı her şey. Gereksiz açıklama olarak delimezar'la AOE'nin aynı evde ikamet ettiği bilgisini vereyim. İşten çıkıp gittim Üsküdar'ın nezih semti Salacak'a. Kız Kulesi direği manzaralı evlerine vardım. Tam apartıman zilini çalacakken birisi çıktı dışarı, zili çalmadan girdim apartımana. Ev kapısı da açıktı. "Heralde geldiğimi gördüler camdan, kapıyı açtılar" diye düşünüp girdim içeri. Girmez olaydım a dostlar...
delimezar: ... sorma ya. adam blog diye ölecek.
AOE: hahahaha. İşi gücü yok yazı yazıyo lan adam
marvadam: hehehehehehehe
delimezar: olum bi de bize diyo ya yazı yazın diye
AOE: hahahahahaha
marvadam: hehehehehehehe
AOE: bi de komik yazdığını sanıyo ya, asıl o zaman komik oluyo
marvadam: hehehehehehehe. buzu versene... hehehehehehehe... olum bu ne ya... evil dead mi izliycez?
AOE: ahuahauhauhaua
delimezar: ihihiihhihihihihi
marvadam: hehehehehehehe
delimezar: eurosport HD açın lan. capsssliii...
Meğersem kapı açık kalmış. Meğersem geldiğimden haberleri yokmuş. Aşağıya inip apartman ziline bastım. Sonra içtik falan. Gece boyunca sordular "Nooldu lan? Neyin var?" diye. "Kız bıraktı beni abi." diye verdim kederi. Hiçbiri de sormadı ki "Hangi kız lan?" diye.
21 Eylül 2010 Salı
depik'e açık mektup
Şöyle başlamıştı aslında;
"kopmayın gençler. o atmosferde sıcağın da etkisiyle belki soner karasarıbayı biraz hoş geldi kulağa ama tabi ki köpeği olmadık depik. DEPİK, UYAN ARTIK O TATLI RÜYADAN :)"
ve sonra ekledim;
"kış geldi artık. bundan sonra varsa yoksa inkübüstür, radioheaddir, chet beykırdır.
bu arada senin de "ver almanı ver almanı" yakarışlarını unutmayalım.(yanlış anlaşılmasın, rammmstein)
Ayrıca o cd'ye bir tane bile serdar ortaç ya da demet akalın koymayan zihniyeti kınıyorum.
Gelecek yaz yandınız, vericem serdar'ı vericem demet'i. en kral serdar'cı olacaksınız hepiniz.
Soner fena halde frankenstein'a benziyor. benden söylemesi.
Rakçıdan metalcidan popçu yaratmak
Yıllardır insanlara önerdiği şarkı Cankan-Yaranamadım olan benim marvadam ve delimezar isimli arkadaşlarım ise nasıl olmuşsa, böyle değişik türleri yalayıp yutmuşlar. Inkübüsüdür, metlikasıdır, bonjovisidir, köpeği olmuşlar. Tabi bünye kaliteli diyebileceğimiz müzikle içli dışlı olunca kalitesizine katlanamıyor haliyle. Allah razı olsun, AOE de durumu dengelemek adına benim yanımda yer alıp türlü türlü müzik tartışmalarında sevmediği şeyleri savunur.

Kısa kesiyorum artık. Zira okumuyorsunuz gibi geliyor. İşiniz gücünüz yorumlarda geyik çevirmek. Sonra "neden yazmıyorsunuz?". Yazıyoruz, yorumlarda yazıdan bahseden yok. O ona laf atar, beriki cevap verir. Bundan sonra yazılardan sınav yapacağım. Her yerden soru çıkabilir. Neyse...

Yetti gari zulmunüz! İntikamımı aldım. "Sevince-E-E".
19 Eylül 2010 Pazar
Facebook'a da girdik beraber Twitter'da da yazıştık
Twitter'da burdan , Facebook'da burdan ulaşabilirsiniz.
Ayrıyeten Facebook'a karşı duruşumu ben de ufak bir nebze de olsa bozdum. Depik De Souza olarak ben de Evde kendimiz grubundayım. Grup çok güzel, siz de gelsenize. En başta soğuk gibi ama sonra alışıyorsun...
18 Eylül 2010 Cumartesi
Her şeyi bırakıp gitmek
Orhan Abi evli ve 2 çocuk babasıydı. Eşi Ayten Abla da en az Orhan Abi kadar canayakın, muhabbeti seven bir insandı. Çocukları ilkokul 2. ve 4. sınıfa gidiyorlardı. Allah için, çok terbiyeli çocuklardı.

Bir gün geç saatte tüm müşteriler gittikten sonra yanıma oturdu Orhan Abi. "Hayırdır abi? Dertli görünüyosun?" diye sordum. En başta anlatmak istemedi ama biraz ısrar eder gibi olunca açıldı. "Sorma Koraycım" dedi, "Çok sıkıldım artık. Bu şirin Ege kasabası üstüme üstüme geliyor. İnsanlar hep ikiyüzlü, herkesin yüzünde maske var. Her şeyi bırakıp bir büyük şehre gitmek istiyorum. Maaşlı bir işe girerim. Hanım da çalışır, kiralık bir eve gireriz. Çocuklar da büyükşehirde daha iyi büyür. Büyük marketlerden alışverişimizi yapar, iki oda bir salon daracık evimizde yaşar gideriz." dedi. "Doğru diyosun abi" dedim ben de...
(Evet adım Koray. Bıktım maskelerin ardına saklanmaktan)
9 Eylül 2010 Perşembe
2 Eylül 2010 Perşembe
Askerlik Anısı Anlatan Adam
Ya da dostlar, bir vampiri düşünün. Nasıl ki vampir olmadan önce normal senin benim gibi bir insandır da, o ısırığı aldıktan, lanetli kan damarlarına aktıktan sonra artık gün yüzü görmez bir vampir olup; kan içmeden nasıl duramazsa; askerliğini yapan insan da askerlik anısı anlatmadan duramaz.
İstediği kadar film festivaline gitmiş, bienale katılmış olsun; isterse şiir kitabı yazmış olsun. O kutsal vazifeyi bitirdikten, vatan borcunu ödedikten sonra askerlik anısı virüsü damarlarına zerk olmuştur. Artık devreleriyle bir araya geldiğinde "ama topçu zamanı başkaydı aga" ile başlayan anıları harlayacak, bir sohbet masasında otururken "bizim bir başçavuş vardı.." demenin yollarını arayacaktır. Artık o bir 'askerlik anısı anlatan adam'dır.
Onu suçlamayın, hor görmeyin. Vampirin insan kanına duyduğu özlem gibi, zombinin taze beyne duyduğu hasret gibi askerlik anısı anlatan adam da askerlik anısı anlatmaya ihtiyaç duyar. Anlatamazsa hayattan soğur, gözlerindeki hayat ışığı solar gider....
Bir gün bir sanat ortamında, bir entel mekanında; elleri titreyen, beti benzi atmış, soğuk soğuk terleyen birini görürseniz; işte o bedbaht ruh askerlik anısı anlatmak isteyen, ama (sanatsal kaygılardan ötürü) konuşamayan, derdini söyleyemeyen bir lanetlidir. Bırakın anlatsın. Bırakın başçavuşlardan, albaylardan, teçhizatlı koşulardan bahsetsin. Bahsetsin ki daha bir umutla bakalım yarınlara, analar ağlamasın. Bahsetsin ki güzel günlere inanan, mutlu bir yusufçuk havalansın!
* bu yazıyı başka bir yerlerde yazmıştım ama internetin dipsiz kuyularında kaybolmasına gönlüm razı olmadı, aynen buraya kopyaladım çakal gibi, sinsi gibi. zaten kimse de okumamıştı zaar...
31 Ağustos 2010 Salı
Nasrettin Hoca'daki inanılmaz mantık hatası
Adam sırf "Eşeğe ters binmişsin" desinler diye eşeğe ters binip köyün meydanına gidiyor. Eminim etrafına bakınıyordur o sırada, birisi gelsin de lafı söylesin diye. Zaten eminim kimse de sallamıyordur bu adamı. Yirmi kişi görüp geçer, yirmibirincisi sorar kesin soruyu. O da köyde pek sevilmeyen bir adamdır kesin.

Hahahaahaha. Çok komik değil mi? Biz şimdi Hoca'yı takdir edeceğiz. Hadi ordan! Ya tutarsaymış. Ulan tutarsa koskoca göl yoğurt olacak be! Sıcakta iki güne kalmaz önce ekşiyecek, sonra leş gibi kokacak. Hadi seferberlik ilan edip bozulmadan tükettin diyelim koca yoğurdu. Göl gitti o ne olacak? Millet su bulamıyor, adam koca gölü yoğurt yapacak. İçinde onca canlı ölecek. Koskoca bir ekosistem ortadan kaybolacak. Gölün suyunu içen bir sürü hayvan susuzluk çekecek. Bu böyle gider. Biz hala "Hahaha. lan ne koymuş lafı"diyelim.
Bu sadece bir örnekti. Bunun gibi her hikayesi mantık hatası dolu. Kendisine itibar etmeyelim efendim. Çocuklarımıza anlatmayalım. Sonra herkes sırf lafı koymak için saçma sapan işler içine girecek. Komşunun malını alıp geri vermeyecek, daldan düşecek, arabayı ters sürmeye çalışacak falan filan.
24 Ağustos 2010 Salı
Hayata anlamlı kılmanın yolu: SOFİSTİKE!
İşte böyle girdi hayatımıza sofistike. Aslında hep hayatımızdaymış da, biz farketmemişiz. Öyle araba alacaksan "Aman İstanbul'dayız, parkı sorun olur, parçası zor bulunur" yok. Aman Opel Corsa'dır, Renault Sembol'dür falan gelmez sofistike avcısına. Kendini sofistikeye adamış bir bünye bir Pontiac, bir Freelander peşinde koşar.
12 Ağustos 2010 Perşembe
Sahurda kendimiz!

Hayır, bozulmaz. Bunlar Cenab-ı Hakk'ın müminlere ikramlarıdır.
Oruçlu olduğumu unutup bir bardak su içiyordum. Yarısında aklıma geldi, durdum ama sanki bir damla falan kaçtı gibi. Orucum bozulur mu?
Valla ne desem yalan olur. Fakat gidiş yolundan bozulmaz gibi geldi bana.
Oruçlu olduğumun farkındaydım. Gittim hayvan gibi bir litre su içtim. Orucum bozulur mu?
Oha!
Oruçlu olduğumu unutup bildiğin öyle yemeği yedim. Orucum bozulur mu?
Orucun bozulmaz ama sen bir doktora falan görün yine de.
Anne ve babamla sahura kalkıyorum ama oruç tutmuyorum. Annem buna bozulur mu?
Öğrenirse çok bozulur. Anneni kandırabilirsin ama Allah her şeyi görür. Şüphesiz ki o... görür yani her şeyi.
Kalp hastasıyım. Haplarımı kullanmam gerekiyor. Oruç tutmam gerekiyor mu?
Hayır teyzeciğim. Siz oruç yerine bir fakiri doyurun ve fitre verin. Eğer kalbiniz düzelir ve haplara ihtiyacınız kalmazsa sonradan kaza edersiniz oruçlarınızı.
Oruçlu olduğumu unutup bir bardak su içtim. Sonradan aklıma geldi ama hoşuma da gitmedi değil hani. Orucum bozulur mu?
Heh heh heh... Hadi bakalım...
Sahuru Edirne'de, iftarı Kars'ta yapsam kaç dakka kâr ederim?
Çakaaaaaaaalll
Şimdi havalar sıcak malum. Her yerde mini etekliler dolaşıyor. Kızların bacağına bakıyorum. Orucum bozulur mu?
Bozulmaz ama pek de bir şey bekleme öbür tarafta.
Oruçluyken osurdum. Abdestim bozulur mu?
Namaz abdesti mi? Boy abdesti mi?
Orucumu sincapla açabilir miyim?
Sincap mı? Ne sincapı? Sincap ne arar la iftarda? (sincap ne komik kelimeymiş ya)
Uzun yolculuğa çıkacaktık. Sonradan kaza yapabilir miyim?
Alkollü ve dikkatsiz kullanırsanız kaza yapabilirsiniz? Mutlaka emniyet kemerinizi takın.
Oruçluyken sevişilir mi?
Sevişecek kız buldun da, orucu kaldı.
9 Ağustos 2010 Pazartesi
Kıyı Köşe Lezzet Durakları 005: İmrahor köfte
Efendim artık elimiz para gördüğünden dolayı yok öyle köfte, pilav arabasıymış, sokak arasıymış yok. Adam gibi dükkanda yiyoruz artık yemeklerimizi. İmrahor köfte de bu sınıf atlamamızın simgelerinden biri. Peki nerede bu köfteci? Valla ben de tam yerini bilmiyorum. AOE'lerin eski evinden yeni eve giderken sağda. İmrahor oraların adı zaten. İmrahor cami var hemen yanında da. Bu Üsküdar'da yazıhaneler yok mu? Ha işte orda böyle dümdüz gidince bir yokuşun başına geliyorsun. Doğancılara doğru çıkan bir yokuş o. O yokuşu 300 metre falan çıkınca hemen sağda.

(delimezar ve AOE ne kadar da mutlular değil mi?)
(Bu arada lokantanın içindeki dev ekranda maç keyfine dikkatinizi çekerim)
Menümüz çok geniş. Köfte var. Soğanlı, soğansız, acılı, soslu falan köfteler var. Fakat burasın bir dükkan olduğu için, tüm o çeyrek ekmek, yarım ekmek gibi seçeneklerin yanında porsiyon köfte de yiyebiliyorsunuz. İçecek menüsü de çok zengin. Her türlü meşrubatın yanında otantikseverler için şalgam ve klasikçiler için ayran da bulunuyor. Üstelik ayranın şişe ve kutu seçenekleri de mevcut.
Gurme olduğum için yemek yerken şef aşçıyı masamıza davet ettik. Yemek yerken sorular falan soralım diye. "Bu soğanın kekremsi bir tadı var, nasıl elde ediyorsunuz bunu?" diye sordum. Şef "Kekremsi ne abi?" dedi. Sonra "Aslında bu köftenin yanında 1984 Cabernet daha güzel olur" dedim. "Abi şalgam vereyim?" diye yanıt verdi.
Kız kulesine yakın yerlere servisleri var. Brandayı çektik o kadar. Numara yazıyor orda. Sipariş verirseniz Evde kendimizden önerdiler deyin. İndirim yapacaklardır (pay alıyorsak şerefsizim).
Sıcak aile ortamı, kalitesi ve lezzetli köftesiyle İmrahor Köfte bizde çok iyi bir izlenim bırakıyor.
İmrahor Köfte'nin notu:
Lezzet: *****
Fiyat/kalite: ****" (Elit olduğu için fiyat yükseliyor tabi. Zaten delimezar ödedi, ben bilmiyorum fiyatları)
Ambiyans: *****
fotoğraf: ben çektim.
oturanlar (soldan sağa): delimezar, AOE
ayaktakiler: depik (ama fotoğrafı ben çektiğim için görünmüyorum)
6 Ağustos 2010 Cuma
Evde kendimiz'den Başka Bir Büyük Hizmet

5 Ağustos 2010 Perşembe
Kirlenmek güzelmiş

Aksi gibi o sırada yağmur kesiliyor ve biraz hevesimizi aldıktan sonra üstümüz başımız çamur içinde yola devam ediyoruz. Bende böyle bir rahatlık, bir mutluluk eve varıyorum. Birazdan annemle karşılaşacağız. Annem beni görüp "Ah bu afacan çocuklar" dermişçesine gülümseyecek. Üstümü çıkardıktan sonra banyoya sokup köpükler içinde yıkacayacak. Sonrasında da portakal suyu içip metal kutuda satılan küçük kurabiyelerden yerken gülmekten çatlayacağız. Zaten sevdiceğiyle beraber çılgın bir gün yaşamış olan ben de mutluluktan uçacağım. İşte yıllar öncesinden o reklamı hayal eden ben.
Eve varıyorum. Annem beni görüyor. Şaşkınlıktan bir-iki saniye kalakalıyor. Sonra beni bir dövüyor ki, ben hayatımda böyle dayak yemedim a dostlar.
2 Ağustos 2010 Pazartesi
Nasıl oldu da şey oldu: İzafiyet
Ha nedir bu yazı dizisinin konsepti? "Ulan biz şimdi kuşburnu çayı içiyoruz ama ilk kim buldu lan bunu?", ya da ne bileyim, "Ulan bu adamın nasıl aklına geldi de yaptı bu buluşu?" gibi soruları cevaplamak. Şimdiden söyleyeyim, tüm akademik araştırmalarda olsun, efendime söyleyeyim, makalelerde olsun bu yazılarımı kullanmak serbesttir. İzin verdim anasını satayım, tepe tepe kullanın. Referans bile göstermeye gerek yok. Ha sonra "Vay efendim depik, senin yüzünden ordinaryus olamadım" demeyin.

İlk konumuz izafiyet. Biraz daha Türkçe'si görelilik. Hepiniz okumuş etmiş insanlarsınız ama ben yine de biraz açıklayayım. Görelilik Albert Einstein'ın bulduğu bir şeydir. Bu kadar yavaş ortamda zaman herkes için aynı ama, ışık hızı civarlarında öyle değil işte. Oralara çıkınca işler değişiyor. Olay tamamen ışık hızının geçilemeyeceği, ışık hızını geçen maddenin enerjiye dönüşeceği fikri üzerine kurulu. Bağıl bile olsa ışık hızından hızlı bir şey olamayacağı için hız/zaman/mekan olayları sapıtıyor bir yerden sonra. hala teori olmasının sebebi de ışık hızına çıkıp deneyemediğimiz için ıspatlanmaması.
Tabi Einstein göreliliği sadece kuantum fiziğinde değil, sosyolojik olarak da irdelemiş, kurcalamış. "Neye göre, kime göre?" lafını bulmuş. Peki nerden icap etmiş?
Şimdi efendim zamanında küçük Albert bir bayram günü dedesinin ve babaannesinin elini öpmek üzere evlerine gidiyor. Yaşı 4-5 civarları. Tabi sülalenin en büyükleri olduğu için evde bir sürü çoluk-çocuk, torun-torba dolaşıyor. Albert dedesinin elini öpüp bayram harçlığını aldıktan sonra halasını görüyor, onun da elini öpüyor. Sonra diğer halasının oğlu gelip elini öptüğü halasına "Teyze" diyor. Haydaaaa... E bu hala, Wolfgang ise teyze diyor. Sonra aynı çocuk Albert'in babaannesine "ananne" diyor. Durumu idrak edemeden diğer dedesinin evine gidiyorlar.

Albert akıllı çocuk. Yolda evlerine göre giderken kendi kendine diyor ki "Benim halam Wolfgang'ın teyzesi, dayım ise Şvaynştayger'in amcası. Benin annannem birinin babannesi. Bu işin daha kayınçosu, bacanağı, eltisi, görümcesi var. Demek ki her şey göreceli!!!".
İşte modern fiziğin temelleri burda atılmıştır.
Bu arada her zaman, o an için son yazılan yazıya yorum göndererek bu yazı dizisinde açıklamamı istediğiniz konuları sorabilirsiniz.
30 Temmuz 2010 Cuma
ne bangi campink, ne dirk kuyt paraşütü varsa yoksa rıdvan

bu adam ayaktayken ben anlattıklarının dışına çıkıyorum. önce bir panik oluyor böyle o koca ekranın önüne giderken. böyle koltuğuna yapışıyor kendini kaldırıyor yarım ayaktayken hala laf yetiştitiriyor sonra kalkıp kalkmamak arasında gidip gelirken birden zıplıyor. işte o anda 1-2 saliseliğine seyirciye "aa belden aşşağısı da varmış bunun,hmmm kot giymiş ama ayakkabılar olmamış, lan olm heralde beldan aşağısı var adam senelerce forvet oynadı" hissiyatı yaştıyor.
hemen akabinde biraz seri hareketlerle ekranın önüne geçip belini melini topluyor. önce sıvaz. ekranı sıvazlıyor bol bol.işte buraya kadar hala konuya hakim olan ben bundan sonrasını takip edemiyorum. çünkü hemen ellerini avuç içi vücüduna bakacak şekilde göğsüne yaklaştırıyor.


böyle birden koltuk altlarım terliyor. rıdvan bir anda bende hızlı çekime geçiyor. böyle sağ ayak sol el, sol ayak sağ el...gözlerim kararıyor ve kendimi rıdvanın ritmine bırakıyorum...
ta ki güntekin "ama hocam" diye girene kadar. işte o anda benim kollar eylemsizlik momentiyle böyle öne doğru bir salınım yapıp yanlarımda duruyorlar. bende böyle bir boşalma, bir rahatlama oluyor. düğünlerde çılgın atan orta yaşlı amcaların müziğin kesildiği andaki anlamsız alkışlarını yapıp, ayaklarımın üzerinde michael jackson(rahmetle anıyoruz) dönüşü yapıyorum ve az önce oturduğum yerimi arıyorum.hemen cebimden bir mendil çıkarıp anlımı siliyorum. terden sırılsıklam olmuş beyaz düğünlük gömleğimi astıktan yaklaşık bir 2-3 dakika sonra futbola geri dönebiliyorum...
böyledir işte a dostlar. rıdvan benim için böyle bir aktivitedir, enerjidir, andrenalindir. kına gecesidir...
27 Temmuz 2010 Salı
Yaşasın!
Yahu hangi Türk insanı sevinince "Yaşassıınnn!" diye bağırıyor Allah aşkına? Biz sevinince "Allaaahhhh!!!" diye bağırmıyor muyuz? Son zamanlarda "Olleeeeyy" de var ama o kadar çok değil. Ne bileyim, bir "Heeytt beeaa!" falan var. Bir de Ömer Üründül var tabi. O da "Oooheeüüehhüüee" falan yapıyor çok güzel gol atılınca.

Bu arada yazı kıtlığından dolayı başarısız bir platformda harcadığım cevherlerimi buraya taşıyabilirim. En verimli yıllarımı boşa harcadım lan. Bari siz de görün, işe yarasınlar
23 Temmuz 2010 Cuma
Üniversite tercihi yapacaklara tavsiyeler

Yine de birkaç şey yazayım. Öncelikle kızlara tavsiyem mühendislik yazmaları. Öyle endüstri falan değil. Makine, inşaat ve elektrik-elektronik yazın kızlar. El üstünde tutulursunuz. Hocalardan göreceğiniz ayrıcalıktan hiç bahsetmiyorum bile. Hele ki makine veya inşaat yazın, Safiye Ayla halinizle Adriana Lima muamelesi görürsünüz yeminle. Daha da bu fırsat hiçbir zaman elinize geçmez. Gerçi benim niyetim Adriana Lima'ları mühendisliklere yönlendirmek ama olsun. Olduğu kadar.
Hem ordakiler de insan lan. Yeter anasını satayım dört tarafı hatunla çevrili iktisat erkeklerine bakıp bakıp içimizden küfrettiğimiz. Hem bakın tanıdıkça seveceksiniz mühendis erkek güruhunu. Çok güzel muhabbetleri vardır yeminle. Ha ben mezun oldum. Benim niyetim ben yandım başkaları yanmasındır. Şansıma sıçayım zaten, okul bitti Ar-Ge firmasına girdik. İşyeri yine mühendislik fakültesi gibi.
Erkekler! Siz de mal gibi mühendislik yazmayın lan. Ha diyeceksiniz ki "Depik, sen şimdi söyleyince kızlar mühendslik yazacaklar". Siz yine de işinizi şansa bırakmayın. Gidin reklamcılık, mimarlık, işletme gibi kız nüfusu bol bölümler yazın. Lan okumaktan bıkmasam tekrar girip mimarlık yazacağım lan ben. Nasıl bir şeymiş 5 kıza düşen 1 erkek olmak, çok merak ediyorum.
İnsanın karnı her türlü doyar gençler. Mühendislerin durumu da öyle ahım şahım değil, kendimden biliyorum. Tüm hayatınız testesteron içinde geçecek lan. İlle de mühendislik diyorsanız çevre veya endüstri yazın. Oralar da iyidir bak.
14 Temmuz 2010 Çarşamba
Anket değerlendirmesi: Temamız?
Konumuza dönelim... Biliyorsunuz bu köşede toplum ve daha çok gençlik üzerine, anketlerimiz aracılığıyla, değerlendirmeler yaparım. Her biri birer manaya gelen şıklarımızın seçilme oranında gençlerin ve toğlumun genel durumunu gözler önüne sererim. Fakat bu sefer kendimizle alakalı bir anketti. Hemen değerlendirelim.
Öncelikle bunun en geniş katılımlı anketimiz olduğunu belirteyim. toplamda 152 oy kullanıldı. Bunların 50'sini falan ben kullanmış olsam, 100 oy gayet iyi. Çıkan sonuçta anket öncesi yazdığım yazının da payı var büyük ihtimalle, ki zaten amaç da oydu. Sonuç beni sevindirdi açıkcası. Hem Evde kendimizcilerin, düşündüğüm gibi, bizimle aynı şekilde düşündüğünü anlamış olduk, hem de temaydı fonttu falan uğraşmak zorunda kalmadık. O yazıyla beraber düşününce aslında değerlendirmeye çok da gerek yok. O yüzden bir fıkra falan anlatayım bari. Çok da boş olmasın yazı.
Dursun Temel'e "Haçan Temel, ben şimdi eve gidip senin karınla yatsam ne olur?" demiş. Temel de "Ödeşmiş oluruz" demiş. Sonra da eklemiş "Haçan ne demek lan?"
fotoğraflar: print screenlen yaptım.
12 Temmuz 2010 Pazartesi
Acı ama gerçek: binlerce dansöz var!
Hakkaten de öyle ama. Şimdi şöyle kabaca bir hesap yapsak, Türkiye'nin her ilinde ortalama 5 adet pavyon ve benzeri yapı var desek, ki büyük şehirlerde bu sayı çok çok daha fazla, totalde 81x5=405 pavyon yapar. Her birinde en az 2 dansöz çalışsa toplamda 810 dansöz yapar. Hadi eksiği gediği yuvarlak hesap 1000 tane dansöz diyelim, sırf Türkiye'de mevcut. Bunun arabistanı var, türki cumhuriyetleri var, yani dünya çapında gerçekten de binlerce dansöz var...
Demek ki binlerce kadın

Grup Metalika'nın da vaktiyle sosyal içerikli bir şarkısında dediği gibi "Acı ama gerçek".
Tabii Metalika dansöze dansöz demez. Gavurlar dansöze "Belly Dancer" der, "Dansçı olduğu belli" manasında. Yani böyle giyinmiş biri kesin dansçıdır diye düşünüyorlar haklı olarak.
Tabi bunlar Metalika nezdinde tüm batı alemine yakıştıramadığımız şeyler. Sen şimdi bir kadın öyle giyiniyor diye yok "bunun dansçı olduğu belli", yok "bundan sadece dansöz olur, ne de olsa kadın" gibi sözler edersen kadını aşağılamış olursun, ki medeni toplumlar olarak en sevmediğimiz şeylerdir bunlar. Kadın anadır, kadın bacıdır, kadın müdüredir, yeri geldiğinde patrondur. Bugün bir TÜSİAD'ın başında bir kadın bulunmaktadır. Bu sebeptendir ki TÜSİAD son zamanlarda derli toplu, temiz bir yerdir. Tuncay Özilhan varken her yeri toz kaplamıştı. Üç aylık bulaşık birikmişti mutfakta ya!
Yani özet olarak kadının toplumdaki yerini, onun bir seks objesi olarak görülmesinin hastalıklı bir durumdur, ama bir yandan buna bazı kadınlar çanak tutmaktadır. Yani dişi köpek kuyruk sallamasa erkek köpek peşinden koşmaz değil mi?
Kadının yeri, bayan yanıdır!(Otobüste. (Uçakta serbest))
(Burada diğer yazarlarımıza da sesleniyorum. Yazılarınızı öyle yarım bırakmayın. Tamamlarım vallaha.)
9 Temmuz 2010 Cuma
İyi Sinema Nasıl Olmalı?
Bundan sonra yanlış yunluş filmlere gitmek, tüh lan boşa para verdik demek yok! Tek yapmanız gereken, uzun yıllar süren araştırmalar sonucu ulaştığım aşağıdaki maddeleri kontrol etmek. Eğer bunlardan biri veya bir kaçını sağlıyorsa o film iyidir, izlenir. Buyrun başlıyoruz:
1. Van Damme oynuyorsa:

Eğer bir filmde Van Damme oynuyorsa o filmin kötü çıkma ihtimali neredeyse yok gibi. Büyük ustanın bütün filmlerini izledim, sanatsa sanat, dövüşse düvüş hepsi var.
çok çalıştım ama bacakları şöyle ayıramadım be...
2. Vurdu-kırdı sahneleri bolsa:
Şimdi diyeceksinizki izlemeden bunu nasıl anlayalım? E ama fragman diye bir şey var, eğer fragmanda bol bol aksiyon, silahlı silahsız çatışma varsa o film iyidir izlenir. Aynı şekilde filmin afişine bakarak da anlayabilirsiniz bunu. Düsturumuz: "Ne kadar kemik sesi, silah sesi var, orda çok güzel bir sinematografi var!"
3. Ninjalar, samuraylar varsa:

Yalnız, bu madde aslında biraz tehlikeli. Neden? Eğer filmin yapım tarihi 2000 yılından önce ise tamam, ninjalı her filmi izleyebilirsiniz. Ama yakın tarihteyse kontrol etmek gerek, sanatsal ninjalı film çıkabilir, aman dikkat! (örn: uçan hançerler, ağlayan kaplan-zıplayan ejder vs vs...)
Onlar biraz yoruyor insanı, sanatsal filan ya...
Evet, şimdilik bu kadar ama yazı dizimize devam edeceğiz, hatta bu seri bittikten sonra "kızla gitmelik filmler" diye bir başka bir yazı dizisine başlayıp hayır dualarınızı almayı düşünüyorum. Halka hizmet hakka hizmettir neticede...
5 Temmuz 2010 Pazartesi
Böyle söyleyince daha bi' şey oluyo: Aluminyum
Hayvanlar!

Efendim bir de insan-hayvan karşılaştırmaları var. Özellikle kendini ironili mesaj vermeye adamış bazı gerizekalılar şöyle laflar eder: "Bu yapılanı hayvan yapmaz diyorlar. Bence insan yapmaz denmesi gerek. Hayvanların ne kötülüğü var ki, tüm kötülükler insan eseri ha ha ha ha". Bunu söyleyenlerin aklını s.keyim afedersiniz sayın Evde kendimizciler. Küfre karşı duruşumuzu bozmak istemezdim ama çok sinirlendim. Ulan bugün bir kaplumbağa "Balinaların soyu tükeniyor. Bi el atın a dostlar, yardım edelim" diyor mu hiç? Bugün insandan başka, ne işe yaradığı belli olmayan bir kutup ayısının derdine düşen canlı var mı? Haaaa dersen ki onların soyunun tehlikeye girmesi de senin suçun. Olabilir derim. Fakat biz bu dünyaya gelmeden de soylar tükendi, ocaklar söndü. Zamanında en akıllı geçinen maymunlar bizim gibi düşünseydi akşam yemeğinde mamut yiyorduk be. Mamutların yok olması da mı bizim suçumuz?
Yani sayın hayvanseverler, hayvan sevin, ama o kadar da sevmeyin. Hayvandır en nihayetinde. Aç kalsa seni de yer beni de. Hiç düşünmez insan soyu tükeniyo mu, bu yaptığım insan haklarına sığar mı diye.
İnsanlar, siz de öyle yemeyeceğiniz hayvanı kesmeyin. Eziyet falan etmeyin canlılara. İnsan olun!
2 Temmuz 2010 Cuma
Terbiyesizler!
Ama bazıları, şimdi buradan isim verip de kimseyi zan altında bırakmak istemiyorum, sizin de isimlerini çok iyi bildiğiniz bazı "o kendini biliyor"lar hiç utanmadan, yüzleri kızarmadan bu şer yuvasını ziyaret ettiler; bununla da yetinmediler bunları internete yazdılar, çektikleri fotoları sayfa sayfa yayınladılar (hep gotik kızları çekmişler!).
Beyler, sizleri kınıyorum ve size laflar hazırladım:
Joey De Maio Reis'in dediklerini unutma,
Manowar'a dil uzatma sebepsiz.
Sen sonisıfıra gene giderdin ama,
Headliner kim olurdu bilemezdin şerefsiz...

29 Haziran 2010 Salı
utanmazlar!!!
-BU GENÇLER SÇIYORLAR!!!
bu kadar da olmaz dedirtten sahnelerden birine plastik WC'de rastladım. bu ahlaksızlar sıçmışlar ve işemişler hem de dize kadar. (tabi ki ayağımı sokmadım)
EVDEKENDİMİZDEN DEV HİZMET
daha önce büyük çabalarla DU HAST şarkı sözlerini blogumuzda yayınlamıştık.
şimdi de hiçbiryerde bulamayacağınız ahlaksız festival sonisphere'den en ahlaksız kareleri yayınlıyoruz.
Yatarak Para Kazanma Teknikleri!!!

26 Haziran 2010 Cumartesi
Hep Öğretmen Olmak İstemiştim
