29 Eylül 2009 Salı

Sevdiğime varamadım, naylon çorap giyemedim...

Ertesi gün onunla buluşacaktım. Aylardır dantel gibi işlediğim planlar ya meyvesini verecekti ya da yeni bir tecrübe oarak tarihin tozlu sayfalarında yerini alacaktı. Yıllardır bir kızın elini bile tutmamıştım. O son tuttuğum da minibüsten düşmek üzere olan kızın eliydi. Belki de hayatını kurtarmıştım ama kuru bir teşekkürle idare etmiştim. İşte o gün anladım ben holivud ve bilimum sinema sektörünün bizi yediğini. Öyle tesadüfen tanışmakla bir şeyler olmuyordu. Hatta tanışılmıyordu bile. Alacağınız bir kuru teşekkür. O yüzden başlarım holivuduna da driv berimoruna da diyerek organize ataklar geliştirme kararı aldım.

İşte o organize atakların en kombinesiydi bu. Bu sefer de olmazsa gey bir arkadaşımın içkili bir günde yaptığı teklifi değerlendirmeyi bile düşünebilirdim. Aylardır Nietche'den girip Sartre'da çıkmış, Duman'la yatıp Deep Purple'la kalkmıştım. Duman'la yatma kısmı mecaz yalnız, yanlış anlamayalım. Zira sevdiceğim alternatif bir insandı. Halbüse ben hep doğunun büyülü sesi İbo'yu dinler, İzzet Altınmeşe'nin "oy dügümeli dügümelli" şarkısıyla neşemi bulurdum.

İlk birkaç görüşmemiz iyi geçmemişti gerçi. Çok da kötü sayılmazdı ama "sen ne düşünüyosun deyvid finçırınn tüketim toplumuna yaptığı göndermeler hakkında" gibisinden sorularla derinime inmeye çalışınca elini boşlukta hissetmesi biraz zorlamıştı beni. Baktım işler kötü gidiyor, çok "büyük üstad"ın tavsiyesiyle samimiyete vuruyordum işi. "Ben o filmden bi bok anlamadım abi yea" diyordum, etraftakiler de gayet iyi anlamalarına rağmen samimiyi yalnız bırakmamak için "ben de abi" diye onaylıyorlardı beni. Halbüse ben filmi bile izlememiş oluyordum.

Gel zaman git zaman, o beni biraz yukarı ben onu biraz aşağı çeke çeke bayağı bir yaklaştık birbirimize. Kah dürümcüye gidiyor, kah bienale katılıyorduk. Hatta bir gün otobüsle İstanbul Modern Sanatlar Müzesi'ne giderken Ömer Danış'ın listeleri alt üst edemeyen şarkısı "Şerefsiz"i mırıldanırken farketmiştim. Doğu-batı sentezi gibi olmuştuk anasını satayım. Artık bu sentezin ismini koymaya gelmişti sıra. O gün bugündü işte.

Memleketten bir arkadaşın Frank Sinatra'nın eski bir albümünü istediğini söylemiştim kendisine. Beraber bakalım, hem bir şeyler içeriz diye kendisine söylemiştim. Zaten Frank Sinatra'nın yeni bir albümünün olmadığını belirtip kabul etmişti teklifimi. O da birisiyle görüşecekmiş, biraz erken çıkarmış evden.

Saçlarım 3 numara olduğundan işim kolaydı. Geceden sakal tıraşını da olmuş, basit ama etkili olduğunu düşündüğüm bir tişört ve iki pantolonumdan iyi olanını giydim. Sadece koltuk altı roll-on'umu sürüp evden çıktım. Öyle fiyakalı giysilere kızların aklını alan parfümlere gerek yoktu. Mevsim yazdı ve koltuk altım kokmasın yeterdi. En güzel koku insanın kendi kokusudur derdi babam. Terlediğinde kendi kokusunu duymuyordu çünkü.

Taksim meydanında buluşup tünele doğru yürümeye başladık. Galatasaray Lisesi'nin önüne geldiğimizde iki sanat akımı ve bir klasik müzik konserinden bahsetmişti bile. Sevdiği bir kafe vardı, orda oturmayı teklif ettim. "Albüme bakacaktık?" diye sordu. "Arkadaşım bulmuş onu ya. Az önce aradı. mp3üm.org'dan indirmiş." diye uydurdum hemen.

Oturup birer kahve söyledik. Artislik olsun diye krema ve şeker atmadım kahveye. O ise abandı, şekere, abandı süttozuna. Biraz hoşbeşten sonra yavaş yavaş mevzuya girmeye karar verdim. Fakat mevzu da girilecek bir şey değildi ki. "Güneyin incisi Antalyaspor bu sene lige flaş transferlerle başladı" diye girilmez ki bu mevzuya. Ben böyle kendi kendime ızdırap çekerken, "ne oldu ya, acayip terledin" diye sordu. Sıcak ve genetik bilimiyle harmanlayıp dikkatini dağıtttım. Lavaboya gitmek için izin istedim. Bir elimi yüzümü yıkasam iyi olacaktı.

Döndüğümde telefonla konuşuyordu ve ben sandalyeye otururken konuşması bitti. "Ya Erinç'in işi erken bitmiş. Gelmiş Taksim'e. Yanımıza gelmesini söyledim. Bi mahsuru yok dimi?" dedi. Çaresiz "yok canım, ne mahsuru olacak?" diye cevap verdim. Kimdi lan bu Erinç şimdi? Nerden çıkmıştı? Ben böyle düşünceler dalmışken Erinç geldi. Tanıştıktan sonra sevdiceğimin yanına oturdu ve kolunu omzuna attı. Sevdiceğim de gayet samimi bir şekilde ona yaslandı ve yanağından öptü.

Şimdi masada aylardır üzerinde çalıştığım planlarım, o planların müsebbipi kız ve o kızın sevdiceği Erinç'le oturuyor, bir yandan iki sevgilinin yanındaki üçüncü kişi oluyor, diğer yandan sütsüz ve şekersiz, apacı bir kahveyi içmeye çalışıyordum. İlkokulda altıma kaçırdığım günden sonra ilk kez bu kadar zamanın çabuk geçmesini ve içinde bulunduğum durumdan bir an önce kurtulmayı istiyordum. Aslına bakarsanız "öldürelim mi lan seni?" diye sorsalar galiba evet derdim. O an da yeni bir şeyi anladım. Bazılarının organize ataklara ihtiyacı olmuyordu ya da onlar hep organizasyonun kendileriydi zaten.

Yarım saat kadar oturduktan sonra izin isteyip yanlarından ayrıldım. Çok da gönülsüz bırakmadılar beni. Otobüse binip eve döndüm ve İbo açtım. Zaten "Bırakın Gitsin" "Another Brick In the Wall"dan daha güzel şarkıydı. İbo da Pink Floyd'dan daha içli okuyordu Allah için.

(Üstada saygılar...)

24 Eylül 2009 Perşembe

Uzaylı uzaylı dedikleri...

(Dünyaya gelecek adar akıllıyız ama kapana yakalandık, o ayrı)

Öncelikle haberimize bakalım: uzaylının cıbıldak resimleri

Neymiş? Meksika'da bulunan yaratığın dokularını falan incelemişler de, dna'sı var mı yok mu anlayamamışlar da, yüzde doksan dokuz uzaylıymış da... Ulan ne uğraştınız o kadar? Bana soraydınız söylerdim uzaylı olduğunu. Bu kadar araştırmaya ne gerek var? Baktım mı anlaşılıyor zaten uzaylı olduğu.

Benim üzüldüğüm ve yadırgadığım şey ise yıllardır hayallerini kurduğumuz, anamızdan bacımızdan daha dost olduğumuz uzaylıların çük kadar bir şey çıkması. Boşuna mı korktuk lan bunca sene? Bunlar mı ele geçirecek dünyayı. Bunlar hiçbir şey ele geçiremez, çünkü geçirecekleri elleri yok gibi bir şey.
(Bu fotoğrafı Türk gazeteci çekmiş kesin)
(Malumunuz biz kedi görsek apış arasına bakarız erkek mi dişi mi diye)


Bir de bunların nasıl geldiği var. Artık göktaşına mı bindiler, UFO mu yaptılar bilmiyorum. O kadar boylarıyla nasıl ve nereden geldi lan bunlar? Bizim aynı boyuttaki canlılarımız kanalizasyonda kovalamaca oynarken bunlar ta nerden gelmişler, helal olsun. Hoş o kadar yolu gelebilecek teknolojiye ulaşmışlar ama bildiğin kurt kapanına yakalanmışlar salaklar. Tek başına gelecek hali yok, yanında arkadaşları da vardı muhakkak. Fakat arkadaşlarını bırakıp gitmiş şerefsizler. Demek ki uzaydan adam çıkmıyor aga!

Demem o ki, uzaylılardan korkmaya gerek yok. Bunlar daha büyüyecek evrilecek falan. Bin yılı bulur bunların dünyayı ele geçirmesi.

23 Eylül 2009 Çarşamba

Ouch ne lan!

Şimdi efendim, dünya üzerinde envai çeşit dil var. Bunların nasıl oluştuğu hakkında şöyle bir fikrim var:
(mağara adamları bunlar)
- mhhaaa aaağğğsss zzğğooaaa!
+ ağınğa ıımmhh?
- mmhhaaa aağğğsss zğğooaaaaaa!!!!
+ hhaaıı????
- elma ulan elma! şu elmayı at diyom...

Yani tam olarak böyle olmasa da buna yakın bir şekilde gerçekleşmiştir heralde ilk konuşmalar. Gerçekleştiği yere göre değişir tabi. O son cümle İngiltere'de "-give the fucking apple", araya deniz girdiği için onları iyi duyamayan Alamanya'da "-fick dich, arschlog" şeklinde zuhur etmiştir. Sonuçta kaba adamlar Almanlar (onurlu ve centilmen alman halkını tenzih ederim).

Sonuçta her şeye bir isim koyalım diye düşünen atalarımız akıllarına gelen şeyi söylemiş, diğerleri de ona uymuş belli ki. Sonradan da kurallı cümle kurmak için dilleri geliştirmişler bölgeye göre. Herkesin kafa farklı çalıştığı için değişik gramer kurallarına dayanan bir sürü dil oluşmuş. Bu bu kadar basit bir şey (filoloji aleminden özür dilerim).

Benim anlamadığım ("ulan koskoca dil alemini anladın, bunu mu anlamadın?" demeyin) ünlem mi denir, nida mı denir artık, bunlar nasıl dilden dile değişir. Misal dizimiz sehpanın köşesine çarparsa (o da fena acır ha) yüzde doksan dokuzumuz "aaah!" diye feryat eder. Geri kalansa o kısmı direkt geçip "ananız kim?" diye bağırır boşluğa. Bu gayet insani bir tepki. "aaahh"tan bahsediyorum. İkincisi biraz hayvani tabi. Ulan ingiliz olsun, amerikalı olsun, hangi insan, neden "ouch!" diye bir tepki verir lan? Diğer tüm milletleri bilmiyorum ama sadece bunlarda var bu. Yetmiş iki milletten adamı toplayıp tek tek kafasına vursam eminim bunlardan başka herkes "aaah" der. Hani "aaah" olmaz da "aaağğh" veya "aaııhh" olur. "ouch" ne lan (okunuşu ağuuç)?
(Aha da kendi resimleri. Yazıyı ben koymadım)

"Ups!" bir nebze anlaşılır. Hatta bize göre daha anlaşılır. Sonuçta "ups" (oops diye yazılıyor) daha doğal. Elinden bir şey düşüren insan "ups" demeli bence de. Burada bizim kullandığımız "a-man!" ve "al-lah!" pek doğal değil gibi. Ya da yok lan. "Ups!" ne? "Aa-man" daha güzel.

Hayır şimdi Evde kendimizin Amerikan versiyonu, "Ourself at home" diye bir blog olsa ve oranın "gick" diye bir yazarı olsa o da "aah!" ne lan diye yazardı kesin. Onlara da o doğal geliyordur. Fakat "aah" daha doğal bence.

Bir de köpek havlamasına "arf arf" diyorlar mesela. O da çok acayip. Çünkü köpek arflamaz, havlar.

Google'dan "ouch" diye arama yapıp bizim siteyi gören ecnebiler için çeviri: What is "ouch" dude? A people must say "aaah" when you hit your knee to the pencil.

20 Eylül 2009 Pazar

Nerede o eski Bayram'lar?

Her bayramda edilen şu lafı bir de ben kullanayım dedim. Önceden bahsettiğim (aha da burda) mutlaka söylenen sözlerden ama tamamen doğru. Eski Bayram'ları göremiyoruz artık. Misal bizim mahallede bir tekelci Bayram abi vardı sağolsun, tedariksiz yakalandığımız zamanlarda gecenin üçünde dükkanı açar rakımızı, biramızı temin ederdi. Gerçi hala duruyor Bayram abi ama ben gidemiyorum Safranbolu'ya.

Bir de Bayram diye bir çocuk vardı, yaşıtımız. İlkokul birinci sınıfta aynı sınıftaydık. Okumayı üçüncü sınıfta sökmüştü adam. Hayatımda tanıştığım ilk kütüktü kendisi. Fakat çok azimli, başarılı bir kütüktü. Yürüyor, konuşuyor, ne bileyim, insan gibi davranıyordu bayağı. Bir seferinde kavga bile etmiştik yanlış hatırlamıyorsam. Daha doğrusu kavga edecek gibi olmuşken, başarılı her öğrenci gibi, ben gidip öğretmenin arkasına saklanmıştım.

Darbukatör bayram vardı bir de. Müjdat Gezen'in canlandırdığı çingene bir karakterdi. Zaten bizim beynimize işlenen, darbükayı hep çingenelerin çaldığıydı o zamanlar. Sene doksanların başı...

Bu arada soyadı Bayram olup da erkek çocuğuna Ramazan ismini koyan ana-baba varsa, Allah onları bildiği gibi yapsın diyorum. Daha da bir şey demiyorum.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Bacardi-tekila içmek isteyen arkadaştan özür dileriz

"Blogumuza girenler nerden sekip de gelmiş acep?" diyerek sitemeter'da oyalanırken üzerimizde ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunu farkettim. Sonuçta çoluk çocuk da okuyor bu mereti.

Bir vatandaşımız bacardi-tekila içmek istemiş ve google'da aratmış. Hatta google'ı arkadaşı belleyip "bacardi tekila nasıl içilir?" diye sormuş. Ahan da soru:

"çekinme tıkla"

Bu mal google da "aga bu çocuklar çılgın, bence bi de böyle dene" diyerek gitmiş ilk site olarak askerdeki AOE hayvanının şu yazısını önermiş ona:

"çekinme buna da tıkla"

Bu arkadaşımız da girmiş bizim bloga. Eğer kendisi bizim AOE'ye uyup bu formülü içtiyse ve hala yaşıyorsa kendisinden özür diliyor ve bir limonun suyunu emmesini öneriyoruz. Veya bana ne lan! google özür dilesin. Hem sen de ne öyle her gördüğüne inanıyorsun?

enee: ben bu yazıyı girince ilk link bu olmuş.

15 Eylül 2009 Salı

Böyle söyleyince daha bi' şey oluyo: "Sana bişey itiraf edicem..."

aslında bu yazı dizisine çok uygun olmayan bi içeriğe sahip olsa da, yaptım oldu. diyelim ki bişey diceksin karşındakine ya da bir gruba(genelde dialogda söylenir), biraz da karşındakinin dikkatini vermesini, kulak ardı etmemesini isitoysun. böyle bir durumda "sana bişey itiraf edicem..." diye başlarsan on numara dikkat çekersin. karşındaki "lan bu ne dicek acaba " diye cin gibi olur. hafif alkollüyse bi anda kendine gelir, tokat yemiş gibi olur. yan masadan biri duyarsa, o bile dikkat kesilir. doğal olarak böyle bir laf arkasında insanın aklına bin türlü şey geliyor.

"hastirrrrrr"
bişey söylemek istiyosunuz ve bu söyleyeceğiniz şey sizce önemli, karşıdakinin de dikkatli şekilde dinlemesini istiyosunuz. söyleyin itici cümleyi, "sana bişey itiraf edicem...", biraz sessizlik... ve ardından bombanızı patlatın.


-sana bişey itiraf edicem...

-ben başkasını seviyorum
-geyim
-allah belanı versin
-ev sahibi zam yaptı
-faizler yükselmiş
-annem faişe
-babam pzevenk
-sen evlatlıksın
-baban ölmedi
-ev yandı
-hamileyim
-hamilesin
-kanserim
-kansersin
-cins misin?
-nerden bildin?
-çok mu belli oluyo?
-hamileyim
-onu demiştin geç
-marakeş'e taşınıyorum (marakeş nere yaa)
-ARTIK GEÇ
-hayatı seviyorum

bu son lafı söyleyen var ya... "hayatı seviyorum" diyen. evet o. azına odunla vurun, kanatıncaya kadar...
hadi gittim

Başlık bulamadım lan!

Dünyanın en boş şarkısını yapmışlar sayın Evde kendimiz'ciler. Bu konuda benim çalışmalarım vardı. En fazla üç dakikada dünyanın en boş sözleri olan, dünyanın en gereksiz şarkısını yazacak ve besteleyecektim. Fakat olmadı a dostlar, oldurmadılar. Benden önce davranmışlar.


Ben çok pis PES oynarım. Karşımda biri yokken, ki çoğunlukla olmaz, ligde Galatasaray'ı başarıdan başarıya koştururum. Bunu yaparken de çoğu zaman radyo dinlerim. Yine böyle bir günde (dün) PES oynayıp radyo dinlerken kulağıma bir melodi çalındı. Günün normlarına uygun ritimlere bezeli iki ay sonra kimsenin hatırlamayacağı bir müzikti bu. Sonra sözler başladı ve ben ağladım.

Aslında ağlamadım da, mal oldum. Beyin fonksiyonlarımın büyük br kısmı durmuştu. Bunun da beynin ekonomi moduna geçtiğinden olduğunu düşünüyorum. Beyin kulaktan gelen sinyallere bakıyor, "aga bu şarkı için koala seviyesinde çalışsam yeter zati" diyerek uyku moduna geçiyor. Şimdi şarkıya geçelim. Önce sözlerini tam olarak yazayım, sonra inceleriz. Neyi inceleyeceksek...

Herkesin özel bir hattı olsa ne olur
Arayanlar sevdiğine çabuk kavuşur

Ben de olsam senin yanında
Ölsem seninle aşk yolunda
Hiç farketmez ama sonunda ayrılık olmazsa

Bu benim yeni numaram
Ara beni bu gece
Kimseler duymadan
Buluşalım gizlice

Yeni aşk yeni heyecan
Bekliyor bizi belki de
Şansımı zorlamam deneyelim bir kere

Aha da şarkı bu. Sizden çok özür dilerim bu sözlerle sizi meşgul ettiğim için ama bu nedir Allah aşkına ya! "Herkesin özel bir hattı olsa ne olur?" diyor. Ulan kamusal cep telefonu olan mı var? Yoksa burda şirket hatlarına bir gönderme mi yapıyor? Nakarata hiç gelmek istemiyorum. Hatta gerisi hakkında da yorum yapmayacağım ya. Sözleri okuyun yeter.

Sizce bu şarkıyı yapan arkadaş, ki utanmadan söz-müzik diye yazmış, bu şarkıya kaç dakika harcamıştır? Bir de ilkokul kaçıncı sınıftaki bir çocuk bu sözleri yazamaz? Yorumlarınızı bekliyorum. Hayır sinir olduğum şey de şu. Bu adam ve kadınlar da müzik ile anılıyor, bir beste için yıllarını harcayan Mozart da, Beethoven da, Betin Güneş de müzikle anılıyor. (Betin Güneş dünyaca meşhur bir klasik müzik bestecisidir. Havamı atayım dedim. Gerçi sadece ismini biliyorum. Geçen İz tv'de belgeseli vardı, orda öğrendim kendisini)

Bu arada PES master ligde 2020 sezonuna ulaşan var mı benden başka? Arda Turan 33 yaşında köpek gibi oynuyor lan!

fotoğraf: üstünde yazıyor nerden çarptığım.

13 Eylül 2009 Pazar

I love nylon

Geçenlerde ofiste internet bağlantısı ve server ile ilgili problemler yaşadık. birçok şey deneyip çözüm bulamayınca direkt olarak modeme bok attık tabiki, bu topraklarda yaşayan her insan gibi. bu angarya iş de her zaman olduğu gibi bana kaldı. gittim araştırdım, sordum, sörç ettim ve paraya kıyıp (şirketin parası tabi) en iyi markalardan birini aldım. üşenmedim gittim cumartesi günü kurdum, canavar çalışıyo.

herşey buraya kadar normal. pazartesi öğleden sonra işe geldim ve maillerime bakıyordum. maillerden biri, bize dışardan bilgi işlem desteği veren arkadaşımızdan gelmiş. (ben yokken sabah ofise uğradıktan sonra atmış). mail şöyle, "yeni modem çok iyi çalışıyo, tasarımı da çok güzel, ama jelatini neden sökmedin, çok ısınıyo". JELATİNİ NEDEN SÖKMEDİN... bu cümleyi görünce başımdan aşağı kaynar sular döküldü resmen. ısınma falan bahane aslında, adam resmen bana "naylon manyağı" demek istedi. "sen evde kumandayı da naylonda tutuyosundur" demek istedi.
naylonlu kumanda fotosu bulamadım, bende eski modellerden birini koydum.
herhalde naylonla en çok kaplanan modellerden biridir.


o telaşla hızla jelatini söktüm tabi.
e millet olarak o zamanlar gördüğümüz en teknolojik alet buydu ve bu aleti koruma içgüdüsüyle, yine o yıllarda tanıştığımız bu farklı ambalaj malzemesi (hem şeffaf içi de görünüyo, su da geçirmiyo neden olmasın) ile gaplayıverdi.
Türk mühendisinden müthiş tasarım. kumandayı naylonla kaplamayı engelleyen sürgülü alt kapak. "naylonla kaplarsam bu kapağı nası aççam olum" tasarımı. yerli bir markanın tasarladığı bu kumanda sayesinde bir dönem kapandı.

aslında koruma içgüdüsü(böyle bi içgüdü var mıdır acaba, ben uydurdum) falan değil bu, naylonla kaplama aslında bu milletin genlerinde yazılı.

kumandadan sonra neleri naylon denen veya benzeri polimer malzemelerle kaplamadık ki. alınan yeni arabanın koltukları üzerinde bulunan naylon sökülmeden yıllarca binildi, gtümüzle eritene kadar. yeni alınan koltuk takımları da yine naylonla kaplandı, daha ne diyim. örnek çok.
tamam bu milletin böyle garip şeyler yapmasına alışkınız da, "Boyz n the Hood(1991)" filmindeki Mrs. Brenda niye koltuğu naylonla kaplar. bkz. dakika 52-52 falan. 90'lı yıllardaki kezban teyze olsan tamam, anlarım da, sen yapma bunu Mrs. Brenda, bu bize has bi özellik.

neyse bu kadar yeter şimdilik...

aklıma geldi: "cashback" filmini izledim dün. "bu film kızla izlenir hacı..." kategorisine girecek bir film. romantizm var, hafif eğlence de var, çok az komiklik falan, biraz erotizm. bazı blog yazarları gibi koca bi sayfa yazı yazcak, ya da "izlediğim en iyi 5 film arasına girer" diyecek değilim. bildiğin "bu film kızla izlenir hacı..." filmi.

6 Eylül 2009 Pazar

Unutma, unutturma!

Sosyal kampanya!


Şimdi efendim, bu Mahsun Kırmızıgül rumuzlu Abdullah Bazencir isimli kendini sanata adamış şahsiyet var ya, yeni nesiller kendisini üstteki resimdeki gibi tanıyacaktır. Dudaklar ve kaşlar ne yaparsa yapsın onu ele veriyor ama sabi sübyan kendisini böyle belliyor. Neyin ne olduğunu bilen sorumluluk sahibi bir vatandaş olarak, ben de üzerime düşeni yapıyorum. Arkadaşlar: ha bu yukarda gördüğünüz adam var ya, aslında aşağıda gördüğünüz adamdır.



















Unutma!



Türk sinemasının yeni Yılmaz Güney'i olma iddiasındaki, kendini
toplumsal sorunlara adamış görünen bu adam klibinde lösemili bir kızın
kulağının dibinde bas bas bağırmaktadır.




4 Eylül 2009 Cuma

Özür

"Ulan ne zamandır yazmıyonuz, yaza yaza bunu mu yazdınız" dediğinizi duyar gibiyim ama yazayım dedim yine de. Ne oldu bilmiyorum ama bayadır yazamıyoruz sayın Evde kendimiz'ciler. Bir gariplik, bir mallık var ama analayamadım. Kapanmış ankete bakıp "niye oy verilmiyo lan artık?" diye düşünürken bile bulabiliyorum kendimi. "Aha da yazılar seyrekleşti, bunlar da bitecek yakında" diye de düşünmeyin sakın. İnterneti ele geçirene kadar devam edeceğiz yazmaya. Tabii genç kız bloglarıyla başa çıkabilirsek. Ben de çıkayım bu durgunluk yüzünden özür dileyeyim ve daha bomba şekilde geleceğimize söz vereyim dedim. "Lan şuna bak, özür mözür diliyo. Çok da şeyimizdeydi senin yazmaman" dediğinizi duyar gibiyim. Aşkolsun...