30 Mayıs 2009 Cumartesi

Veterinerlik zor iş!

Doktorlara büyük saygım var. Fakat veterinerlere ise daha çok saygım var. Çünkü karşındaki hayvan.

Şimdi doktorun işi bir nebze kolay. Hasta en azından ipucu verebiliyor. "Doktor bey, böyle buralarıma doğru bi sancı saplanıyor" gibisinden girizgâhı yapıyor. Sonra doktorun işi bir nebze kolaylaşıyor.
"Şuraya saplayalım bakalım düzelecek mi?"

Veterinerin ise öyle bi şansı yok. Sahibi getirmiş hayvanı. "Hayvan iki gündür bi garip. Böyle mal mal bakıyo" diyor. Hayvana sorsan hakikaten mal mal bakıyor, derdini de anlatamıyor. Belki cinsiyatına bağlı olarak bir iki ses çıkarır ama "miyeaaauuvvv"dan bir şey anlaşılmaz zannımca. Kolu bacağı kırıldıysa kolay da, iç hastalıkları falan nasıl anlaşılır? Gerçi bazen insanla uğraşmak hayvanla uğraşmaktan zor oluyor ama olsun. Veterinerlik zor iş!

Ölmeden önce yapın 002 (zaten öldükten sonra yapamazsınız)

(birazdan okuyacağınız yazı yoğun şiddet ve insanlık dışı görüntüler içermektedir)

Taze nane yapraklarını buzla ezip, üzerine taze sıktığunız limonatayı ekleyin. Gün batarken, hayatın tüm koşuşturmasını geride bırakıp şezlongunuza uzanın ve bu güzel karışımı yudumlayın. Hahahhahaha yok lan! Sokakta anne babasıyla yürürken yaramazlık yapan, özellikle bağıran bir çocuğa gelişine okkalı bir tokat atın. Küfür de edebilirsiniz "sus, .............." şeklinde. Hatta babasına dönüp "senin te ........., ne biçim çocuk yetiştiriyon" diye çemkirin.

2-3 saniye sonra kaçmaya başlayın, yoksa çok fena dayak yiyeceksiniz. Bizim amacımız ise işte bu 2-3 saniye boyunca anne babada oluşan şaşkınlığı, ne yapacağını bilememeyi izlemek. Dayak yeseniz de önemli değil zaten, buna değer.

Biliyorum el kadar bebeye vurmak nasıl insanlıktır diye düşünüyorsunuz. Ben de üzülüyorum ama çok merak ediyorum lan bir anne-baba böyle bir duruma ne tepki verir diye.
(Bu çocuğa vurulmaz ama ya. Adam bildiğin İstanbul beyefendisi)

29 Mayıs 2009 Cuma

Doğan'la Şahin'i ayırt edemiyorum!














Bunca yıllık şöförlük tecrübeme, otomobillerle az-çok ilgilenmeme, modellerden falan da bayağı anlamama rağmen Doğan'la Şahin arasındaki farkları bilmiyorum. Getirin karşıma bir Şahin bir Doğan, hangisinin hangisi olduğu söyleyemem. Bırakın arabayı, doğan ve şahin kuşlarını getirseniz onları da söyleyemem. Hele bir de doğan görünümlü şahin var ki, hiç girmeyelim o konuya, kafa iyice gidiyor. "Bak!"diyorum, "şahin 1.6 i.e geliyor". "Olur mu lan! Doğan slx 1.6 i.e cdi prodizel" cevabını alıyorum.

Bazen "hacı bak şahinleri aynen doğan diye salacaz piyasaya, daha pahalıya satacaz" falan diye düşündüklerini düşünüyorum. Biri diyor "farlardan anlaşılıyo", öbürü diyor "götü yere yakın olunca doğan oluyor".

Biliyorum çoğunuz bunu yaşıyorsunuz. Gelin itiraf edelim. Aslında hiçbirimiz bilmiyoruz, değil mi? Etiketini sökseler Doğan diye yeriz Şahin'i.

Öyle değil mi lan

28 Mayıs 2009 Perşembe

Ölmeden önce yapın 001 (zaten öldükten sonra yapamazsınız)

Orda burda paso çıkan şeylerdir bunlar. Üstüne kitap yazan bile var. Yalnız bunların çoğu, belirli imkanlara sahip insanlar tarafından gerçekleştirilemeyecek olan şeyler.

Halkın blogu olarak Evde kendimiz bu konuya eğildi hemen. Herkesin yapabileceği şeyleri sayacağım ben de size.

Başlıyorum. Çok güzel, ulaşılamayacak kadar güzel bir kız gördünüz diyelim. Etrafında pervane olan insanlar var. Tüm alımıyla oturmuş, kendine güveniyle etrafı çatlatıyor falan. Öyle böyle değil... Gidin karşısında durun ve "pardon, burnunuzda sümük var" deyin ve hemen uzaklaşın. Uzak bir yerden de izleyin. Ben daha yapamadım bunu ama acayip merak ediyorum o andaki durumu.

(fotoğraf: mustafa altıpatlar)
(sümük: depik)

26 Mayıs 2009 Salı

Sorumsuzlar!!


Evde kendimiz yazarlarından bazıları önemli maç öncesi kameralara yakalandı...

Önemli pes maçı öncesinde uygunsuz vaziyette yakalanan sorumsuzlar, hiç de utanır gibi değildi. Ellerinde sigara, önlerinde biralarla görüntülenen asi yazarlara yönetimden bir ceza gelmesi bekleniyor. Başkan AOE konuyla ilgili açıklama yapmazken, masadaki hıyarlar içinse "hakiki çengelköy!" dedi. depik, delimezar ve sene başından beri takıma fazla katkı sağlayamayan marvadam'a çok ağır cezalar gelebileceği konuşuluyor.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Reel Ekonomiye Giriş (Introduction to Reel Ekonomi - La Entrance De Reel Ekonomi)

Ekonomi ile ilgili konuşulurken ya da yazılırken birçok rakam ve terimden bahsedilir. Yok cirosu, yok kârı, yok zilyon yurosu diye kafamızı acıtırlar.
Şimdi size, ekonomi ve piyasadan bahsederken dikkat edilmesi gereken birkaç püf noktası vereceğim.

Cümle içerisinde 'ekonomi' kelimesini yalnız başına kesinlikle kullanmayın. Kesinlikle onu tamamlayıcı ve tanımlayıcı birkaç kelime ile güçlendirin. Bunlardan en bilineni 'reel ekonomi' dir.
'Aga ben bişey bulamadım' diye telaş etmeyin, 'reel' i yapıştırın ekonominin başına.




Kariyer basamaklarını hızla tırmanayım... Aha o ne, bişey gördüm, kariyer hedefi mi lan yoksa...


Bir diğer önemli konu da periyotlarla ilgili. Zaman dilimleri verirken, bunları uzun tutmayın. Yapılan en büyük hatalardan biri periyodun yıl olarak verilmesi.
'2008 yıl ciromuz bilmem ne kadar euro' dediğiniz an, bitersiniz. 'Bu da ekonomiden hiç anlamıyomuş' derler adama.
Ekonomi, günümüzde yıllarla ifade edilemeyecek kadar hızlı değişir. Bunun en basit yolu 'çeyrek' tir. Yılı çeyreklere bölün. 2008'in ilk çeyreği, 3. çeyrek vs, gibi.
O kadar da çeyrek meyrek diye anlattık, armut gibi bakıyolar hala.

Temel kullanıcılar cümle içerisinde bir tane 'çeyrek' kullanabilirler. İleri seviye için, aynı cümlede iki kere 'çeyrek' in nasıl kullanılacağını daha sonra anlatacağım.
Şu da var ki, kesinlikle bir cümle içerisinde 3 kere 'çeyrek' kullanmayın. Bu da bilgi eksikliği nedeni ile 'çeyrek'in arkasına saklandığınız hissi verebilir dinleyiciye. 'Çeyrek', saldırı için kullanılacak bir mızrak değildir. Sizi saldırıdan koruyacak bir mifer de değildir. 'Çeyrek', şovalyenin atıdır. Sizi hedefinize daha hızlı ve net ulaştıracak bir araçtır. Onu düzenli olarak tımar etmeli, yemini suyunu eksik etmemeniz gerekir. Çeyrek candır, çeyrek ekonomistin kurtarıcısıdır.
Gittim ben.....
Milan 2.10, Galatasaray 1.70 ... fena kupon olmadı. O değil de maçı nasıl izlicez, justini de engelledi şerefsizler.

22 Mayıs 2009 Cuma

En yaşanılabilir şehirler a.k.a buraya kızla gelinir

Her sene açıklanan bir liste bu. Dünyada en güzel yaşanacak şehirlerin listesini okulun panosuna asıyorlar. Belediye başkanları da heyecanla şehirlerini arıyorlar listede. Vancouver'dır, Sydney'dir, Kopenhag'dır, Phnom Penh'dir, her sene listenin başlarında yer alırlar. Fakat kriterlere bakıyorum da pek de yaşanacak şehir değil bence bunlar.

Tam bir "buraya kızla gelinir" mantığıyla seçmişler şehirleri. Fiyatlar uygun, temiz, nezih bir mekan. Yaşanılır burda denmiş.

Ben ise soruyorum. Kokoreç yiyebileceğimiz bir yer var mı? Arabayı çekip içebileceğimiz bir ormanlık var mı (tercihen şehir manzaralı)? Alkolü aldık, 24 saat işkembecisi var mı? Hanım eve almadı, sabahçı kahvesi var mı?

Bir şehri şehir yapan unsurlar bunlardır. Neyleyim ben Sidney'i, kokoreççisi olmadıktan sonra. Neyleyim Vancouver'ı, işkembe çorbası içemedikten sonra. Bugün yutrdışına çıkmıyorsam tek sebebi budur, başka bir şey değil.

21 Mayıs 2009 Perşembe

Reel ekonomi 005: "Kağıt toplayıcıları"

Sokak ekonomisinde bir numaralı isim "Evde Kendimiz" 2008 hayvanî krizini, ekonomiyi en çok etkileyen meslekler ekseninde ekonomiyi irdelemeye devam ediyor. Verdiğimiz uzun aradan anlayacağınız gibi bu sefer çok ayrıntılı bir araştırma yaptık. Hatta öyle büyük bir çalışmaydı ki, Asaf Savaş Akat, Deniz Gökçe, Mavhi Eğilmez gibi isimlerden yardım aldık. Deniz Bey'le arada futbol muhabbeti yaparken, Mahvi Bey'in ismini bir türlü doğru söyleyemediğimiz için, kendisi bize karşı tavır aldı. Mahri Bey'in bu tavrını anlayamadık.

Kağıt toplayıcılığı zor dönemler yaşıyor. Avrupanın önde gelen ekonomi dergilerinden Euromoney bu konuyla ilgili ne bir araştırma yapmış ne de bir yazı yayınlamış. O kadar para verdik dergiye boşu boşuna. Komşudan aşırdığımız Capital dergisinde ise bir araştırmanın çarpıcı sonuçlarıyla karşılaştık. Merkez Bankasının verilerine göre kağıt toplama sektörünün baronları, son 6 ayda geçtiğimiz yıllara göre %80 daha fazla kredi çekmiş. Yine aynı dergideki araştırmada belirtildiğine göre Dünya Ticaret Örgütü (WTO) kağıt toplayıcıların krizden bu yana çok daha fazla çalıştığını belirtmiş. Raporda belirttiklerine göre kamu bütçe dağılımlarındaki oranlar, gayri safi milli hasılayla karşılaştırılınca aradaki uçurum ortaya çıkıyormuş. IMF de sektörde %34,2 lük bir daralma öngörmüş.

Sektörün tecrübeli isimlerinden Davut Hendekli yüzünün göstermemek şartıyla ropörtaj teklifimizi kabul etti. Davut Bey mikrofonlarımıza "Aslında 2008 in ilk yarısında her şey çok güzeldi. Kağıt bol, toplayan azdı. Kriz patlayınca sayımız çok arttı ve yeterli kağıt bulamaz olduk. Millet de tasarruf edeceğim diye kağıtları eskisi kadar atmamaya başladı. Çok kişi çalışınca kağıt fabrikaları da fiyat düşürdü, amımıza koydular!"diye konuştu. Halbuki o kadar güzel başlamıştı.



Sektörün çılgın ve çokyönlü isimlerinden Cevat Gözüaçık, "Valla amerikadaki mortgage faizleri artınca bizim işlerimiz de çok etkilendi. Ben de yan işlerle azalan kârımı kompanse etmeye çalışıyorum. Debo ve botrum demizliyorum." diye konuştu.








Ümit İleri ise "abi ben kağıt toplamıyorum, arkadaş dispansere kardeşini ziyarete girdi. Kardeşi verem miymiş neymiş, arabayı bana emanet etti" diye konuştu. Ümit Bey'i işinden utandığı için kınıyoruz.






Bir Reel ekonomi köşemizin daha sonuna geldik, krizin psikolojik olduğunu tekrar hatırlatarak veda ediyorum sizlere. Kriz bizim kafamızda, teğet geçti o.

(fotoğraflar: İstemihan Talay)

19 Mayıs 2009 Salı

19 Mayıs, neşe doluyor insan!


Adamın biri demiş ya, "benim için küçük, ama dünya için büyük bir adım..." falan diye, "ulan seninki de adım mı?" diye geçiririm içimden her duyduğumda. Atan için de, geri kalan için de an büyük adım Samsun'a atılan adımdır benim nezdimde. Evet, benim de nezdim var.

İşte o adımın atılışının her yıl dönümü güzeldir. Gittikçe "gençleri sıcağın altında provasıydı, kareografisiydi derken pelteye çevirme" olayına dönüşse de güzeldir 19 Mayıs Atarük'ü anma gençlik ve spor ayramı. Hepinizinki kutlu olsun...

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Celal Abi, sana kazak aldım

Celal Pir'i, 0'dan 100'e adlı programlarının Nisan ayı içerisindeki birçok bölümünde aynı çirkin kazakla gördük.
Bazen Cenevre otomobil fuarında, bazen eski bir spor otomobilin içerisinde....

Kararlıydım, ona bir kazak almalıydım. Bu arada o çirkin kazağı da birçok kere ısrarla giymesinin sebebini öğrenmeliydim. Kesinlikle birinin bu konuyla ilgili açıklama yapması ve yakası sünmüş gibi görünen o astronot kazağından Celal Pir'i kurtarması gerekiyordu.

2009 Yapı Fuarına katılıyor olmam bir işaretmiydi yoksa. Celal Abi gelir miydi acaba.

Hazırlıklara haftalar öncesinden başladım ama çok kısa sürede hallettim. Eminönü'nden 5 Liraya
(artı, üsküdardan eminönüne gidiş-dönüş vapur ücreti) çok daha güzelini aldım.

Nihayet fuar başlamıştı, çok heyecanlıydım, Celal Abi artık o çirkin kazaktan kurtulacaktı.
4 gün boyunca fuardaydım ama Celal Abi'ye hiç rastlamadım...
Bu gadadı, bitti...

15 Mayıs 2009 Cuma

Sakal stilleri ve karakter analizi-1

Erkeklerin şekil olsun diye özene bezene uğraştıkları sakalları aslında karakterlerinin de bir resmidir. Yazı dizilerimde sakal stillerini ve bu stillere sahip insanların ilgi alanlarını ve yaşamlarını gözler önüne sereceğim.

Bu sakal stilleri ve karakterler arasında bir paralellik kurmuş gibi görünsem de aslında böyle bir genellemenin yapılamayacağını da söyleyip ne kadar tutarsın bir insan olduğumu da hissettireceğim.
Aslında amacım, geçenlerde karşılaştığım, kendisini tanımakla çok şanslı hissettiğim bir ilginçlikler insanını anlatmak.

Tabi ki bu abimizin ilk dikkat çeken yönü çenesindeki çizgi halindeki sakalı. Hani şu dudak altından başlayıp çenede biten, yaklaşık yarım cm kalınlığındaki tarz.(çok aradım ama bi resim bulamadım)

Bu tarz insanlar, sürekli bi arayış içindedir ve birbirinden alakasız birçok hobileri vardır. Bu hobilerin başında tabiki motorlar v,s gelir ve farklı meslek gruplarından olabilirler. Örneğin, benim anlatacağım abimiz baca üreticisi.

Ben lafı uzatmadan direk bu ilginçlikler insanı abimizi anlatayım.

Çalışma ofisi adını verdiği panayır yerine girdiğimizde ilk dikkat çeken şey bir sürü kupa. Abimiz squash oynuyormuş. Dediğine göre Türkiye'deki 4 lisanslı squash oyuncusundan biriymiş.

Bu insanların en büyük özelliklerinden biri, çok fazla popüler olmayan hobilerle uğraşmaları. Böylece kendilerini ilginç sanıp pirim yapacaklarını düşünürler.

Bir arkadaşı da adını ilk defa duyduğum ve şimdi hatırlayamadığım bir sporla uğraşıyormuş. Bu sporunda Türkiye'deki 2 lisanslı oyuncusundan biri, aynı zamanda bu sporun federasyon başkanı da olan kişi abimizin arkadaşıymış.

Bir diğer ilgi alanına geçiyorum, o da tabi ki motor sporları. Hemen bize neydüğü belirsiz çemçük kupasında 4. olduğunu söylüyor ve rally resmini gösteriyor. Türkiye'de motor sporlarına gereken önemin verilmediğini söyleyerek dert yanıyor. Hak veriyoruz...

Odada bir de kayak takımı görüyoruz, ama konuyu iç açmıyoruz.

Bi ara denetimi yapacak arkadaşımızın 'aaa ne güzelmiş' dediğini duyuyorum. Elinde bir kemer tokası ve içinde yatay şekilde gömülü duran, revolver tarzı küçük bir silah. Hani şu ajan ablalarımızın çoraplarına sıkıştırdıkları tarzda. Arkadaşım silahı tokadan çıkarıp sağa sola tutarken, ilginçlikler insanı 'gerçektir haa' dediği anda gözüm silahın içindeki mermilere ilişti ve hemen 'dolu, DOLU' dedim ve geriye doğru çekildim.
Hastasıyım

Abimiz aldı silahı, köşeye doğrulttu ve tereddütsüz 'ZIBAAM' diye ateşledi. İçimden 'anbilivibıl' diye geçirdim. Çünkü bunun tam olarak ifadesi budur, inanılmaz falan yetersiz kalır böyle bir durumda.
Olay sırasında lavaboda olan Çek denetçi arkadaşımız odaya girince, bizim arkadaşlardan biri, çirkin İngilizce'siyle 'He hit the auditor' dedi ki, o ayrıca bir yazı dizisi olur zaten.

Denetimimize, ilginçlikler abimizin pc'den çaldığı Hint müzikleri eşliğinde devam ettik.
İyiki varsın ilginçlikler insanı...

Devam edecek...

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Aslansın, kaplansın!

Dost acı söyler! Söylemeli de...

Görüyorum, duyuyorum. Uğraştığı hususta yeteneksizin önde gideni olan arkadaşınızın kalbini kırmamak için "ya çok iyisin bence, üzerine gitmelisin" şeklinde konuşanlar var. Yapmayın bunu arkadaşım. Bunu Sabri'nin, Cansel'in, Petek'in ve resimde gördüğünüz arkadaşın dostları yaptı zamanında.

Halbuki "Sabri boşa debelenme senden topçu olmaz" diyebilselerdi, "Cansel. Yakışıklısın falan ama yetmiyor aga, sen tekstile devam et" diye karşılarına dikilip, "Petek, gel vazgeç. Bu ülke hala belini doğrultabilir" diye bir kereye mahsus kalplerini kırabilselerdi bunlar olmayacaktı.

Yine de geç değil. Bir arkadaşınız sadece bir ağaçtan mı iyi rol yapıyor. Sadece onun kalbini kırarak binlerce insanınkinin kırılmasını önleyebilirsiniz. Çok ileri gitmeyin ama! "Şuttu haykıran Sabri, tüm kuşlar havalandı!" gibi iğrenç esprilerle (aslında iyi bulmuşum lan, hahahah) adamı daha fazla gaza getirmeyin. Alın karşınıza insan gibi bu işin olmayacağını söyleyip, adam gibi sigortalı bir işe girmesini tavsiye edin. Emin olun tapu kadastroda memurluk yapan Deniz Baykal bu ülkeye çok daha fazla yararlı olurdu (son anda siyasi mesajı da çaktım).

Bunu, zamanında Sabri'nin, Ertem'in, Seray'ın arkadaşları söyleyebilselerdi neler kazanabileceğimizi düşünebiliyor musunuz? Evet o arkadaşlar da işin buralara varacağını düşünmedi ama her şey olabilir. "Ulan mal gibi uğraşsın gerizekalı, eki eki eki" deyip de sallamayın, her şey olabilir.

12 Mayıs 2009 Salı

Yüzme bilmiyorsan...

Yaz gelmek üzere, hatta Kamboçya gibi bazı bölgelerimizde geldi bile diyebiliriz. Yazarımız AOE Kamboçya'da karpuz kabuğunu denize salmış bile. Kendisi çok iyi yüzmektedir. Ya yüzme bilmeyenler? Onları da ben düşündüm.

Yüzme bilmiyorsanız en güzeli bunu dert etmeyip memelere kadar gelen derinlikte atlayıp zıplamak, dalıyormuş gibi yapmak, olmadı kafa suya girip çıkacak şekilde çömelip kalkmaktır. Fakat "ben yüzemiyorum ama plajda şeklimi yapmak istiyorum" diyenler ise okumaya devam etsinler.

En temizi denizden uzak durmaktır. "Ulan ben zaten her zaman burdayım, suya geceleri girerim. Gündüzleri güneşleniyorum." vermek için paso yatın sahilde. Arada yüzmeye çalışanlara şöyle bir bakıp kafanızı sağa sola sallayın kınarcasına. "Vaouvv, ne gadar ilginç adam. Denizin kenarında ama denize öyle doymuş ki, bu gadar yakınında olmasına rağmen hiç oralı olmuyor. Yanında soyunsam, dönüp bana da bakmaz, baksa da dokunmaz." diye düşüneceklerdir etrafınızdaki bayanlar. Bakın abim ne kadar da karizmatik, uzanmış yatıyor.-->

"La yeter, yandık gavrulduk" derseniz denize girin. Fakat sadece girin, yüzmeye çalışmayın. Su burnunuza kadar gelince durun ve kıyıya dönüp öylece bekleyin. Uzun süre öyle bekleyin. Beklerken denizin altında yalandan kulaç atıyormuş gibi yapabilirsiniz. Denize girip uzakta öylece bekleyen adamlar her zaman garip duygularla karşılanır. Çıkarken de hiç istifinizi bozmadan ağır ve mağrur bir şekilde, hafif sallanarak denizden çıkın. İçinizden "şöyle sıçrayıp göbeemi şaplatarak dalayım" diye geçse de yapmayın.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Eski çağlara dair...

Şurda hatırlasam hatırlasam 22 sene öncesini falan hatırlıyorum ama iyiymiş lan demek istiyorum eski zamanlar için. Eski zamanlar derken, öyle 50-60 sene öncesini anıp " o zamanlar Beyoğlu'na takım elbiseyle çıkardık" falan diye söylenmeyeceğim. Benim daha eski, bayağı eski zamanlar. Yerleşik hayata ya geçilmiş ya da "aga yürü yürü tabanlarım şişti, yerleşelim artık bi yere" diye söylenmeye başlamış insanlar.

En büyük derdim geçim kaynakları. Şimdi ne yapıyoruz? Yok okul oku, meslek edin, sonra işe kabul edil... bildiğimiz şeyler işte. Halbuki diyorum o zamanar ne güzelmiş. "ulan hazır yerleşik hayata geçilmiş, millet kesin toprak için birbirine girmeye başlar. Şu dalların uçlarını sivriltsem de, millet direkt savaşa başlasa. Hepsi tek tek uğraşmasa kendi silahını yapmak için. Ben onlara bunları veririm. Onlar da bana et verirler, post verirler, namus diye bir şey de oluşmadı, belki kadınların memelerini de elletirler..." falan diye düşünüp seri üretime geçse, karşısına çıkıp "bi dakka arkadaşım. sen bunu yapıyosun da, yetkinliğin var mı? Eğitimini aldın mı? Buraların Standartları Enstitüsünden (o zaman yer adı yok) onaylı mı?" falan diye soracak insan da yok.
(nerde o eski mamutlar. şimdikiler hep hormonlu)

Hiç "olum insan sıkılır lan, televizyon falan yok" demeyin. Herhangi bir mağara adamının televizyonsuzluktan canının sıkıldığını düşünüyor musunuz? Mutlaka sıkılır insanın canı. Fakat şimdi de sıkılıyor. Açıyosun televizyonu Seda Sayan görüntüyü yanlardan bastırtmış, manken gibi poz vermeye çalışıyor. Bir kere o adam kafadan şanslı, Seda Sayan diye birinin varlığından haberi yok, Nihat Doğan'la aşkını hiç bilmiyor. Daha güzel ne olabilir lan!

Aslında tek seferde yazıp bitirecektim ama bayaği bir mevzu var eski çağ hakkında. Değişik yönlerden ilerki yazılarda da irdeleyeceğim. Siz de iyice düşünün, bence hep beraber geçelim eski çağlara.
(Çatalhöyük'teki Yonja mağarasında bulunan profil resmi)

5 Mayıs 2009 Salı

Omegle - ASL geri döndü..aslı değil a/s/l?


Son günlerin favori chat odası omegle ile günlerimize neşe, mutluluk ve sevinç katarken eski dostumuz a/s/l yi tekrar aramızda görmek mutlu etti.

Öncelikle nedir bu omegle bilmeyen dostlarımız için anlatalım.bir chat odası düşünün fakat kimsenin adı yok, site size rastgele bir sohbet arkadaşı buluyor ve konuşmaya başlıyorsunuz, tamamen gizli. ne isim var ne nick var ne bişi var.

Sohbetler genelde hi - hi dan sonra kapatılıyor ya da sizin türk olduğunuzu öğrendiklerinde. Bu noktada 2 durum söz konusu, ilk ihtimal karşıdaki de abazan bir memleketlimiz, ki genelde bu oluyor, belki yabancı hatun düşürürüm de eğlenirim mantığı ile leziz ingilizcesini gösteriyor ...Diğer ihtimal de pek sevgili toprakdaşlarımız o kadar saçmalıyorlar ki konusurken yabancı dostlarımız turkey i görür görmez kapatıyorlar.

Peki biz türkler bu noktada neredeyiz. Evet karı kız peşindeyiz, evet türk genci tanışmak ister eveet geyik yapmayı sever. zaten sohbete direk naber diye başlıyor artık insanlar sonrasında da hangi sözlüktensin, naber baba, işler nası, buralarda Finlandiyalı kızlar varmış hiç denk geldin mi muhabbetleri...

En azından biz sadece bunu yapıyoruz, sitede çok fazla ırkçı, sapık ve mal var. Ayrımcılık diz boyu. Sohbete siz ermenileri katlettiniz diye başlayan insan var yahu, yuh artık...... ha birde suck lı cok lu bişiyden hoşlanırmısın diye soruyolar ki eyvah...

Site sözlüklerin gündeminde özellikle ekşide şu günlerde favori başlık yaran omegle diyalogları.

Omegle düşünce olarak çok güzel, ama malesef biz dünya insanları her şeyin bokunu çıkardığımız için bunun da boku çıktı...ama yine de takılın eğlenin...

www.omegle.com

FooTBaLL PaNoRaMa

Merhabalar; biraz geç oldu ama geçen haftanın değerlendirmesini yapmadan geçmek ol(A)mazdı. Öncelikle 1 Mayıs tatilimizde Kadıköyde mekana gidilip alkol alınırken TV de sarı-kırmızı (ilk önce Göztepe sandım) bir takım görüp amaçsız bir şekilde izlenerek ,haftasonu futbol ateşi yakılmıştı. Neyse cumartesi akşamı El-Clasico vardı. Maaşallah Barça taraflı tarafsız herkesi hayran bıraktı, bunun yanında Rıdvan'ın lezzetli yorumları olunca bir anda futbola doyduk.bir ara heyecanlanıp "Yok Ofsayıt" dedi.


"maç sonrası Katalunya"

Cumartesi gündüz bölümünde ise Şampiyonlar Ligi diğer 3 yarı finalisti Ada'da düşük sikletli takımlarla maç yaparak ter attılar. Şimdi olaya gelelim. Olay bu Barça Chelseayi ezer , Manchester turu geçer, Sivas yenildi Beşiktaş da yenildi, Messi Kriptondan, Madrid adam olmaz ; Kaka Real'e gidecek, Mardinde bu katliamı yapanlar insan olamaz, Yao Ming Lakers'e bunu neden yaptı, "ateşten korksam odun olmazdım" DEĞİLLLLLLL !!!! ne el-clasico, ne super-clasico, İnönüde galip geleceksen, şampiyon olacaksan, başvuracaksın İspanya Futbol Federasyonuna ,Barcelona Fenerbahçeden bir gün önce oynasın.. evettt olay bu.. çakma messi Uğur Boralla çakma essien selçuk Samandıra da odalarında;barnak arası terlik, i-phoneları ellerinde, Porscheların uzaktan kumandalarıyla dıt dıt arabaylan oynarken, Jay Jay Okocha aramış açın lan NTV yi adam olun oturun demiş. işte bu dakikadan sonra Remember The Titans ya da herhangi bir Rocky filmini izleyenler bilirler; Fenerli futbolculara sihirli değnek dokunmuş ,maç da çok dokunmuş, adamlar gaza gelip yenmişler.

Şampiyonluk sınırı 72 puan, bakalım Sivası gelecek sene Old Traffordda görebilecek miyiz, bekleyip göreceğiz , bir önceki blogdaki gibi Londra takımlarına 2.maçlarında başarılar dileyerek "orası Emirates ordan çıkış yok" demek istiyorumm. Çok uzak kalıyor Londra 129L var da 4 yılda bir geçiyor.

"EMIRATES"

Not : Bu foto altındaki yazıları ortalayamadım noktalardan yararlandım kafam çok bozuldu.. 21:45 @ Star...

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Ora Bura Gez Gör Durakları 01: Pınara(Minare-Fethiye)

Her konuda bir köşe silsilesi, havaların inatla soğuk olmasına karşın yaklaşmakta olan yaz günleri sebebiyle gezi konusuna da uğramazsa olmazdı ve uğradı da. Açılışı Fethiye yakınlarındaki PINARA antik orantik yerleşim yeriyle yapmak nasip kısmet oldu. Bakalım neymiş, nerdeymiş.

"Resime tıkladığınızda daha net görebilirsiniz."

Haritamız üzerinden tam olarak anlaşılmadı ise kelamla açıklamaya çalışayım. Fethiye'den Korkuteli Antalya yönünde 22 km gidildikten sonra gelinen sapaktan Kaş yönüne dönülür. 23 kilometre kadar ilerdeki Eşen beldesine 2 km kala Minare (Pınara) tabelası görülmektedir. (Yemek tarifi misali oldu sanırım.) Sapakdan sağa dönülür ve 4 kilometre ilerine Minare köyüne gelinir. Orada karşılaşılan Pınara tabelasının gösterdiği yönde 2 kilometre gidildiğinde Pınara'ya ulaşılmış olur. 2 km'lik yol biraz bozuk olsa da, binek arabalarla da gidilebilir.

"Gezi öncesi biraz bilgi edinmek faideli olacaktır."

Malum gezip görmek bir yana sırf "taş"lara bakmak da biraz sıkıcı olsa gerek. "Tabi bu tabelalarda yazan 2 satır bilgi bizi kesmez." diyenler için entel dostumuz "viki"ye bir göz atabiliriz.

"Bu bölgedeki ölü gömme törenlerinde cesedin büyük bir törenle yakılıp, küllerinin toplanarak oyuk şeklindeki mezara yerleştirilmesinin nedeni de kuşa dönüşen ruhunun güneşe uçup orada yanıp, küllerinden yeniden doğması ve sonsuza kadar yaşaması içindir. Kentin üzerine yapıldığı kaya kitlesinin doğu tarafında, güvercin yuvası şeklinde yapılmış dikdörtgen oyuklardan yapılmış olanlar iki yatay gurup şeklinde düzenlenmiş olup, muhtemelen uzun merdivenler ve yukarıdan aşağıya sarkıtılan ipler yardımıyla defin işlemi yapılıyordu. Bu mezar grubu kentin en eski tarihli olanlarıdır. İki Akropolis tepesi arasında genellikle semerdam kapaklı lahitlerden oluşan mezarlar yer alır.Güney-doğu uçtaki bir mezar diğerlerinden çok daha görkemli ve olağanüstü büyük olup adeta bir merkez teşkil etmektedir. Diğer lahitler bunun çevresine dizilmişlerdir. Tepenin diğer yamacından aşağıya doğru ev tipinde “Kral Mezarı” olarak adlandırılan bir grup yer almaktadır. Bu anıt-mezarın kapı lentosunda insanların ve atların olduğu kabartmalı bir friz vardır. Alınlıktaki kabartmalar iyice tahrip olduğu için ne olduğu anlaşılamamaktadır.Mezar odasının iç tarafında tek bir sedir vardır. Bu mezarda bir kitabe olmadığı için kime ait olduğu anlaşılamamıştır. Diğer bir ev tipi mezarın alınlığı gotik tarzda olup kemerin en üst noktasına bir çift öküz boynuzu yerleştirilmiştir."

Yazının tamamı için: http://tr.wikipedia.org/wiki/Minare,_Fethiye

Gelelim Pınara ile ilgili kendi izlenimlerimize. Yandaki tabelada da (Yabancı okurlar için: on the tabela) gördüğümüz üzere mekanda yok yok. Aşağı Akropol Yukarı Akropol derken Akropol'ün ne olduğu akıllara takılmış olabilir belki. Akropol dediğimiz, şehre hakim, genellikle yamaçlarda olan bölgelermiş. Şehrin ulaşılması zor kısımları da olabilir diğer bir manada da. Neyse meraklı okurlar zaten araştırırlar. Yanlışımız varsa affola. Ne diyorduk. Şehir çok büyük gerçekten. Büyük olmasının yanında yuvarlak bir kaya üzerine mi oturmuş ne. Böyle dolanarakdan biraz da tırmanarakdan çıkıyoruz şehrin diğer kısımlarına. Öyle yoldan geçerken "5 dakka uğrarız" falan gibisinden gelmeyiniz efenim buraya. Vaktinizi ayırınız, dinlene dinlene köşe bucak geziniz. Oturduğu coğrafya vesilesiyle kendine has bir yerleşimi olmasından dolayı, gezdiğiniz diğer antik kentlerden oldukça farklı olduğunu görebilirsiniz. Gezerken eminim "Eskiler de işini biliyor arkadaş, ne güzel yere kurmuş adamlar şehri" diyebilirsiniz. Ama böyle terbiyesizlikler yapmayalım lütfen. Adam keyfinden gelmiyor herhalde oraya. Bunun yazı var kışı var, yağmuru var çamuru var. Bugün biz dibimizdeki tiyatroya gitmezken, amcam zilyon tane taşı toplayıp tiyatro inşa etmiş. Saygı duymak lazım. Bir de, neredeyse bütün kıtalardaki antik tiyatrolar neredeyse birbirlerinin aynısı. Demek ki aklın yolu birmiş. Neyse efenim vaktinizi ayırın olabildiğince gezin burayı, olmadı arada mangal falan da yakılır bence. Bir daha ki durağımız neresi bilemiyorum sevgili okurlar kalın salıcakla. Pınara'dan birkaç fotoğrafla köşemizi bitirelim.




"Kral mezarları. (Kimse artık çok kral adammış valla)"

"Fotoğraflara tıkılayarak büyük boyutlara da bakabilirsiniz""Tiyatro var, futbol sahası var. Daha ne ister bu gönül."

"Bence sırf milletin kafası karışsın, "nasıl oymuş bu adamlar buraları?" desinler diye yapılmış bence bunlar. Tam aylak adam işi"